Merhabalar, bana göre uzun sayılabilecek bir aradan sonra yeni kitapla geldim! Haftalar süren hastalıktan sonra yazıyor olmak kesinlikle harika. Bu süreçte nasıl olduğumu soran, beni unutmayan, benimle bozulan uyku düzenime ayak uyduran canlarım, iyi ki varsınız.
Kitap soft bir kitap değildir. Teorilerinizi yol süresince okumak çok güzel olacak, şimdiden sabırsızım!
RA bekleyenler taslaklarda yazmam gerektiğini söylemiştim. Ben yazarken sizi de kitapsız bırakmamak için bu kitabı yazıyorum.
Buraya başladığınız tarihi bırakabilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.
✨✨
Fare İlacı · No.1
✨✨
Elindeki telefonun ekranına bakarken özel olarak tasarlanmış, siyah kuzgun amblemli uygulamanın üzerine tıkladı. Uygulama o kadar acemi ellerin elinden çıkmıştı ki ekranda belirmesi gereken parola yerine ara yüzün donduğu tam o anda karşısındaki kapının önünde bir put misali bekleyen ve davetiyesini görmek isteyen adama doğru ağır ağır başını kaldırdı. İri yarı, uzun sakallı ama kel olan adam arkasında kalan ağır demir kapının kenarında sanki öylesine bekliyormuş gibi ilgisiz görünüyordu. Girmek için parola b
eklediği mekansa dışarıdan bakıldığında boş bir arazinin ortasında kimselerin ikinci kez dönüp bakmayacağı bir sıradanlıkta yükselen, gri renkli, etrafı çöp birikintileriyle dolu bir depoydu.
‘Akıllıca’ diye düşündü. Oysa Mert çok az şeyi bu şekilde nitelendirirdi. Bakışları yeniden siyah ekranın üzerinde tembelce gezinirken uygulamanın girişinde beliren, ‘Ölümle yaşamı ayıran sınırlar en basit tabirle siliktir.’ yazısını görünce adamın suratına bakmadan ona doğru telefonunu şöyle bir gösterdi. Tam o anda nasıl olduğuna kafa yormadığı bir şekilde önündeki ağır kapı tek anlık sert bir sesle açıldı.
Telefonundaki özel uygulamanın içinde beliren yazı her hafta yeri değişen çok özel partilerin yapıldığı, tüm şehrin beyaz yakalı çalışanlarının sınırlar olmadan eğlendiği partilerin şifresiydi. ‘Gezen davetiye’ adını verdikleri bu uygulamayla parti yapanlar hem mutlak bir eğlencenin kapılarını seçkin davetlilere sunuyor hem de kendileri eğlenirken bir yandan da para kazanıyorlardı. Bu davetiyelere erişebilenlerin sayısı ise oldukça sınırlıydı. Bu konuda da kendilerince bir ayrıcalık yaratan parti sahipleri, davetiyeye ulaşabilen insanları farklı ve özel olduklarına inandırıp sıradan insanların kendilerini bir bok zannettikleri yeni bir tür eğlence sistemiyle aylardır ceplerini dolduruyorlardı. Olağanüstü olarak sundukları partilerin aksine partiyi düzenleyenler beklenilenin tam zıddı şekilde silik tiplerdi.
Onunsa geliş amacının eğlenceyle uzaktan yakından alakası yoktu. Amacı çok başkaydı, çok daha başka biriydi. Bu gece istediğini aldıktan sonra bir daha ne bu partilerle ne de sikik ellerden çıkma boktan uygulamayla işi olacaktı.
Kapıdan içeri adımını attığı an eski deponun tepesinden yansıyan ışıklar irislerine çarpıp beyninin ön lobunda patladı. Yüksek tavanlı, sanki inşaatı tamamlanmamış gibi duran bu eski depo kırmızı ışıkların altında çok farklı bir aura ile ziyaretçilerine sunulmuştu.
Az önce kapısından geçip de girdiği mekanın içerisine doğru birkaç adım ilerlediğinde aşağıdaki kalabalığa ulaşması için geçmesi gereken sarmal şeklindeki merdivenden inmek yerine önce tepede durarak demirden yapılma, göğsüne kadar gelen parmaklıkların üzerinden avını yakalamayı bekleyen bir avcı misali bir süre aşağıda dans eden insanları süzdü. Yukarıdan bakıldığında bile tek beden olmuş gibi, bir puzzle parçası misali iç içe geçmiş vücutlarıyla dans edenleri, vahşice birbirini öpenleri ve hatta el ele deponun sol çaprazında kalan barın yanından karanlığa karışan ikili, üçlü, hatta dörtlü insan gruplarını seçti gözleri.
İnsanların bu tip yerlerde kolayca alınabilecek kamera kayıtlarından habersiz olduğunu düşünüp, ‘Bu ne güven?’ diye aklından geçirirken siyah gözleri aradığını bulmuş olacak ki birkaç saniye sonra bakışları bar kısmında oyalandı. Barın önündeki yüksek taburelerin üzerine tüneyerek tedirgince etrafını süzen adamdan gözlerini çekmeden baş parmağıyla dudağının kenarını kaşıyıp telefonunu siyah kot pantolonunun cebine soktu.
Gördüğü insanlar, gündüz yaşadıkları sıkıcı hayattan kaçmak ister gibi, hatta sanki hiçbiri kocaman plazaların içinde zorlama şekilde yağsız ya da badem sütlü acayip isimlerden oluşan kahvelerden içebilmek için sabah dokuz akşam sekize kadar çalışmıyorlarmış gibi kıyafet dolaplarındaki en uçuk parçaları giyip de buraya kendilerini farklı, özel hissetmeye gelmişken, o sadece siyah bir kot, siyah bir tişört ve üzerindeki haki yeşili montuyla öylece dikiliyordu. Yine de buradaki herkesin aksine sıradan görüntüsüyle bile insanların bakışlarını birazdan bir bir kendi üzerine çekeceğinden emindi.
Yüzündeki alaylı gülüşle birlikte motosikletçiler arasında yaygın olan postallarını zemine sağlam şekilde vura vura sağ tarafında kalan merdivenlerden indi. Hedefindeki ürkek ceylandan başka herkese kör şekilde sahnedeki etten oluşan, sanki gerçeküstü bir tablonun insan modelleri gibi görünen et parçalarını yara yara barda yalnız başına oturan adamın yanına doğru ilerledi.
Barın önünde oturup da önündeki içkisiyle oyalanan adamın varlığından habersizmiş gibi elleriyle simsiyah saçlarını şöyle bir karıştırıp barmeni bekleyerek adamın tam arkasında dikilmeye başladı. Birazdan taburede tedirgince oturan adamın dikkatini evden çıkmadan önce itinayla sıktığı parfümünün kokusuyla çekecek, daha sonra o kendisini gördüğündeyse adam yüzüne beğeniyle bakacaktı. Onun gibi birinin olduğu ortamlarda durum hep bu şekildeydi. Hiçbir zaman silik ya da beğenilmeyen biri olmamıştı.
Nitekim, çok da vakit geçmeden, tam da tahmin ettiği gibi kahverengi saçlı adam oturduğu taburenin üzerinden yana doğru kayıp önce bedenini yavaşça arkaya doğru çevirdi. Daha sonra duyumsadığı koku hoşuna gittiğinden etrafını birkaç kez daha kokladı ve gözlüklerinin ardına saklanan meraklı bakışlarıyla çaktırmadığını zannederek etrafına bakmaya başladı.
Mert, onun tam dibinde olduğundan arkasını dönen adamla burun buruna gelince, “Selam. Rahatsız mı oldun?” diye sordu, siyah gözleri karşısındaki adamın suratında dolanırken.
Kahverengi gözlü adam gözlüklerinin ardından ona bakıp, “Rahatsız etmiyorsun- Etmiyorsunuz.” dedi tereddütle. Buraya gelirken tanrıların da davetli olduğunu bilmiyordu.
‘Tipik.’ diye düşündü Mert bu kez de. Bu boktan partiye tek seferlik, kendi asosyalliğinin zincirlerini kırmak için kendisine bir şeyler ispatlamaya gelmiş inek tipin yanaklarının da hafifçe kızardığını görünce kendisini beğendiğini anladı. Aksi sahip olduğu bedende imkansızdı zaten.
“Sizli bizli konuştuğuna göre şuradaki bankacılardan olmalısın?” dedi Mert sorar gibi. “Sizin meslekte sözler nezaket taşımalı.” Bir yandan da barın diğer tarafında kalan bir grup erkeği göstermek isteyerek hafifçe başını çevirdi. Uzun boyu sayesinde yüksek taburede oturan adama hâlâ tepeden bakabiliyordu. Genellikle insanları küçümsediğinden uzun boylu olmayı seviyordu o da. Her anlamda yukarıda olmak, herkese tepeden bakmak çıktığı yolda insanları etkilemesi gereken anlarda yararına olan şeylerden biriydi.
Bu yaşına kadar görmediği bir yakışıklılıkta olan ve dosdoğru onu süzen adama doğru, “Tanımıyorum onları.” diyerek kekeledi.
“Yanıldım.”
Barış, ‘Yanıldım.’ derken elleri haki yeşili montunun ceplerinde çapkınca gülümseyen adama doğru yutkundu. Hem de bu hareketini saklama gereği bile duymadan. Ömrü boyunca böylesi yakışıklılıkta bir adamı ne görmüş ne de konuşacak kadar şanslı olabilmişti. Buraya gelmeden ona duvarındaki yıldızlardan birini şans için veren komşusuna yarın en sevdiği çikolatalardan paket paket almalıydı. Bunu kesinlikle hak etmişti.
Barmene doğru bir el işareti gönderip umursamaz bir tavırla, “Mert.” dedi siyah gözlü adam.
“Memnun oldum. Barış ben de.”
“Sadece sen yalnızsın.” diyerek barmene, “Bira, soğuk.” dedikten sonra, “Neden?” diye sordu, yeniden gözlüklerinin ardına saklanan kahve gözlerin tam içine bakarken.
“Kimseyi tanımıyorum çünkü.” diye mırıldandı Barış.
Mert, “Ne alakasın o zaman?” dedi ve bilinçli bir şekilde hafifçe Barış’ın boynuna doğru yaklaşıp onun bedenine kendi bedenini yaslayarak adamın arkasında kalan tezgahtan birasını aldı.
Barış burnunun ucunda kalan enfes parfüm kokusuyla adamdan gelen temasla titrerken, “İlk kez geldim.” dedi.
“Böyle bir ortama mı? Yoksa bu çok seçkin partiye mi?” diyerek seçkin sözcüğünü söylerken sesinin alaylı çıkmasına izin verdi.
“Böyle bir ortama. Normalde işim olmaz.”
“Muhafazakarsın demek.” Birasından bir yudum aldıktan sonra kalın dudaklarını yaladı. “Pek sana uygun değil burası o zaman.”
Yine yanılmamıştı. Bunca zaman biriktirdiği deneyimlere dayanarak yaptığı çıkarımın sonucu, karşısındaki gözlüklü elemanın tek gecelik ilişkilerin, hatta grup birlikteliklerinin döndüğü bu partilerde işinin olmadığı ve olmayacağıydı. Zaten o da bu tip partilere daha önce hiç gelmediğini fark etmesini ister gibi ürkekçe atıyordu bakışlarını ona doğru. Sanki ülkede yapılan en rezil şey sadece rızalı birlikteliklermiş gibi hızlıca karşısındakine, ‘İlk kez geldim.’ imajını çizmek istiyordu, bu tıpkı yüzü gibi kendisi de sıradan olan adam.
Ne diyeceğini bilemeden öylece oturduğu yerde kalakaldığını fark eden Barış, karşısındaki adamın kendisi hakkında olan düşüncelerinden habersiz sadece bir şeylerle oyalanıyor görünmek için arkasında kalan kokteylini aldı. Tatlı içkisini hızlıca yudumlayarak boğazını rahatlattı. Bu kadar yakışıklı bir adamla konuşuyor olmak bile boğazının kupkuru olmasına neden olmuştu.
Oluşan sessizlikten rahatsız olduğundan sadece bir şeyler söylemek olsun diye, “IT’ciyim ben.” dedi. O görmese de onun tam dibinde duran adam beklediği yanıtı almış gibi hoşnutça gülümsedi. “Bir müşterim jest olsun diye verdi davetiyeyi. Ben de belki bir değişiklik olur diye düşünüp geldim işte.”
“Bir şirkette, elinde kahveyle teknik sorunları çözen bir IT’ci misin, yoksa internetin en karanlık yerlerinde dolaşan biri mi?” dedikten sonra yeniden dudaklarını yaladı. Barış’ın kulağına doğru eğilip, “Çünkü sadece ilki olmak için fazla olağanüstüsün.” diye fısıldadı.
Barış, “Böyle göründüğümü bilmiyordum.” diyerek heyecandan düzensizleşen kalp atışlarıyla birlikte bir rüyada olup olmadığını merak etti. Karşısındaki adamın bedeni sadece rüyalarında görebileceği kadar güzeldi çünkü.
“İnternetteki her duvarı kolayca kırabildiğine eminim.”
Barış yüzünden geçip giden, sakladığını sansa da bariz şekilde kitap gibi okunan paniği ile birlikte, “Bu illegal olurdu.” dedi.
Yüzüne yalancı bir hayal kırıklığı konduran Mert, “Öyle mi?” dedi. “Oysa daha biraz önce bu gece illegal işler yapan güzel bir adamla eğleneceğim için çok heyecanlıydım.”
Daha sonra bir adım sonrasını hızlıca kafasında tasarlayıp usta bir yalancılıkla, “Şuradaki-” diyerek geldiğinden beri kendisini kesen sarışın, güzel bir adamı gösterip, “Bana savcılığı bile hackleyebileceğini söylemişti.” dedi.
Barış, Mert’in gösterdiği yere doğru bakışlarını hızlıca çevirince masmavi gözlü, sarışın bir adamın gözünü dikip de dibinde duran Mert’e doğru elindeki viski dolu kadehi kaldırdığını gördü. Adam çok güzeldi. Hatta istediği herkesi bir bakışıyla alabilecek kadar güzel. Oysa kendisi ortalama saydığı yüzüyle birkaç dakikadır sohbetini paylaştığı karşısındaki adamla bir daha bu fırsatı yakalayamayabilirdi. Bu gece kesinlikle onun gecesi olmalıydı. Zincirlerini kırmalı, bir kez olsun sabahtan akşama kadar oturduğu bilgisayarının başından kalkıp kendisinden beklenmeyen bir deneyim yaşamalıydı.
Buraya neden geldiğini bir kez daha hatırlattı kendisine. Bunun için gelmemiş miydi? Öyleyse cesur olmalıydı. Onu bile şaşırtacak şekilde hayatsızlığının tam ortasına bir tohum ekmeli, bundan sonra yeni hayatının ilk günü ve devamıyla o tohumu farklı bir Barış’la sulamalı ve yeşertmeliydi. Buraya gelmeden aynadan aksine bakıp da cesaret verici koşuşmasıyla bunu planlamıştı zaten.
Acemi bir telaşla ince dudaklarını yalayan Barış, birazdan istediği cevabı alacağından emin şekilde umursamaz bir ifadeyle birasını içen Mert’i görmeden, “Baksana.” dedi gözü hâlâ sarışın adamdayken. “Bana gidelim.”
✨✨
Oturduğu koltuktan alt katı tek oda ve mutfaktan oluşan, modern şekilde döşenmiş loft tarzı eve bakınan Mert, arkasından gelen adamın, “Al bakalım, istediğin şey burada. Arada beş dakika var ama ilk kaydı tamamen sistemden silmeyi unutmuşlar.” dediğini duydu. Barış ise az önce yazıcısından aldığı iki parça kağıdı Mert’in tam önünde durarak kucağına doğru bıraktı.
Mert, ülkede nadir bulunan yetenekteki adamın ellerinin arasına bıraktığı ve düşündüğünden daha da kolay şekilde ulaştığı kağıtlara şöyle bir bakıp işini sağlama aldıktan sonra kağıtları birden koltuğun diğer tarafına attı.
Karşısında sessizce durup da işaret parmağının eklem yerini kırarak gözlüğünü düzelten kendisinden kısa adama bakış atıp ayaklandı. Onu ani bir hareketle kucağına alarak, “Yatak odası yukarıda sanırım?” diye sorduktan sonra Barış’ın bacaklarını kendi beline doladı.
Daha birkaç saat önce tanıştığı simsiyah gözlü, aynı renk saçlı ama tüm bunlara zıt beyaz teniyle bir ilah gibi kendisini zorlanmadan taşıyan adamın kollarına düşmemek için tutunan Barış şaşkınca, “İstediğini aldıktan sonra gidersin diye düşünmüştüm.” diye mırıldandı.
Mert de aynısını düşünmüştü. Seksi, karşısındaki adama karşı yalnızca bir vaat olarak kullanacak, sevişecekleri fikrini tanıştıkları andan itibaren ortada bir seçenek gibi tutarak istediğini alıp ‘İşim vardı.’ bahanesiyle çıkıp gidecek, bir daha da bu adamı aramayacaktı aslında. Zaten şu an bulunduğu durumda sevişmek de en son aklında olan şeydi.
Ama kucağındaki adam az önce gözlüklerinin ardından ekrana bakarak hızlıca girdiği kodlarla imkansız addedilen bir şeyi sadece on beş dakikada halledince Mert’in de fikrini değiştirmesine neden olmuştu, hem de kendisinin bile haberi olmadan. Kesinlikle bu adama zevk gözyaşlarıyla dolu bir gece yaşatmalı, en azından ömründe yaşamadığı, yaşayamayacağı kadar iyi bir seksle onu ödüllendirmeliydi.
Adamı yukarı katta bulunan yatak odasına götürüp ışığı açmadan loş ortamda seçebildiği büyük, yuvarlak yatağın üzerine bıraktı. “Şimdi de bunu istiyorum. Arkanı dön.” dedikten sonra onun dediğini yapan Barış’ın aynı anda da gözlüklerini çıkarıyor olmasını umursamadan tişörtünü ucundan tutup yukarı, boynuna doğru çekiştirdi. Ortaya çıkan kumral sırtının tam ortasında kalan omurga kemiği üzerine sırasıyla sert, üç tane öpücük kondurarak Barış’ı sanki yeryüzünden alıp yıldızların tam ortasına bıraktığı anların başlangıcında elini adamın kalçasına attı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, ikinci sevişmeleri sırasında bu kez de belinin iki yanından tuttuğu çıplak adamın içinde gidip gelirken yeniden onun gözlerinden akan yaşları gören Mert, Barış’ın üzerine doğru eğilip, “Beni yanılttın.” diye fısıldadı.
Barış, o an hayatında yaşamadığı bir orgazmdan çok kısa bir süre sonra yeniden aynı hazla kendisini ağlatan adamın altında kıvranmakla meşguldu. Bu yüzden onun ne söylediğini anlamlandıramadı. Birazdan ömründe yaşadığı en zevkli anların ikincisi de son bulacak, en mahrem dakikaları paylaştığı adam hayatına bir daha girmemek üzere evinden gidecekti, o da bunu biliyordu.
Yine de bir kez olsun çok düşünmek istemeyerek Mert’i beş dakikadır ilgisiz kalmış boynuna doğru çekti. Mert, bedenleri sanki yıllardır birbirini tanıyormuş gibi bir uyumla hareket ettiği adamın ne istediğini anladığı gibi onun boynunu yalamaya, bir yandan da sertçe içine girip çıkmaya devam etti. Bu hissi de, bu adamın içinde olmayı da kesinlikle çok sevmişti. Yoksa ilmek ilmek ördüğü hayalinin başlayacağına emin olduğu sabahın gecesinde kendisi ve fikirleri ile çelişip de altında ağlattığı kumral adamın teninde kaybolmayı o da planlamıyordu.
Tam orgazm anında alnını Barış’ın alnına yaslayıp yarın adliyede karşılacağı adamı ve elindeki iki parça kağıtla rüyasının gerçekleşeceği o halatın ilk hakiki düğümünü atmak üzere olduğunu düşündü. Düşlediği anın etkisiyle, tam o anda yüzünde istemsiz oluşan sahici gülümsemesini gören birilerini daha ilk andan kendisine aşık ettiğinden habersiz sadece yarın yaşayacağı anları beyninde tekrar tekrar oynattı Mert. Cehennemin oğlu, kilden yapılan Caliban misali çıktığı yolda kimleri kıracağını, kimleri parçalayacağını, hangi hayatları mahvedeceğini zerre umursamadan…
✨✨
Ana karakterler Mert ve Barış, ne olursa olsun unutmayın olur mu? 😚
Okuyan gözlerinizden öperim✨🫶🏻
Gidelim Verve♥️