✨✨
Yoruma başladığınız tarihi yazarak kitapta bir iz bırakabilirsiniz. 💙
‘Astra non operimentum: Yıldızların örtüsü yoktur.’
I Put a Spell on You · Sylvia Black
✨✨
Berzah, oldukça yabancı olduğu gri şehirde, internetteki fotoğrafları hariç hiç görmediği okulunun önünde dikilirken birkaç saniye duraksadı. Dört yılını geçireceği yer burasıydı demek. Bakışları önce büyük kapının üzerindeki çirkin mavi tabelaya, oradan da grinin en alacalı tonuyla boyanmış tek bir bina halinde önünde dimdik duran, çok da büyük sayılmayacak fakültede dolandı.
Tıpkı yıllardır olduğu gibi herhangi bir okul binası gördüğünde damağında beliren hafif sosis-sucuk karışımı tat yine ağzının içinde varlığını belli ederken ellerini deri montunun ceplerine sokup geçen zamanlarda tüm bedeninin alışık olduğu İzmir’in ılık havasından Ankara’nın ayazına kolayca alışamayacağını düşünerek içeri doğru adımladı.
Geniş koridorda etrafını inceleyerek yürürken hazırlığı atlama sınavına girdiği anlar hatırına düştü birden. Online sınavın sorularını okul yönetiminin aldığı dandik güvenlik önlemleriyle çözerken de içinde bir şüphe vardı. Herkesin çoktan kaynaşmış olduğu birinci sınıftan üniversiteye başlamak çok da makul değildi, hem ona hem de artık geride kalan şehrindeki arkadaşlarına göre.
Ama bir yıl ana dili gibi bildiği İngilizce ile vakit kaybetmek istemeyerek sınava girmiş, pek de sürpriz olmayan bir sonuçla hazırlığı atlayarak biyoloji bölümüne birinci sınıftan başlamaya hak kazanmıştı. Bu da onun için bir sene daha erken kendi parasını kazanması demekti ki Berzah, bağımsız olmayı liseden beri düşleyen adamlardandı. Bu yüzden birkaç kişinin onsuz kaynaşması şimdilik umurunda olan en son şey bile değildi.
Yine de, şu anda, okulun ilk haftası olan seminerlerin başlayacağı konferans salonuna, ‘Belki sınıftan birkaç kişiye denk gelirim.’ düşüncesiyle boktan geçeceğine emin olduğu seminerde sıkılacağını bilse de ilerliyordu.
Konferans salonunun önüne henüz gelmişti ki kızıl saçlı bir kız görüş hizasında belirdi. Yaptığı işte iyi olduğu karşısındakine çok da laf düşürmeyişinden belli olan kız, “‘Akademide Feminist Köprüler Kurmak’ seminerimizin broşürü.” diyerek alelacele eline bir kağıt parçası tutuştururken Berzah da yanaklarını içine çekip başını salladı.
Amfi şeklinde olan büyük konferans salonunun dolu olduğunu görünce de herkesin yeni sınıfından insanlarla kaynaşmak ümidiyle daha dersler başlamamasına rağmen buraya akın ettiğini anlayıp bakışlarını salonda gezdirdi. Dört yılını geçireceği okulun geride bıraktığı ve ona uzun bir çölü geçmiş kadar yorgun hissettiren anlardan daha güzel olmasını, o hayatı da, içindeki insanları da bir nebze olsun unutturmasını dileyerek gördüğü ilk boş koltuğa oturdu.
Etrafına şöyle bir bakınırken kimi öğrencilerin samimi muhabbetleri yüzünden birbirleri ile çoktan arkadaş olduklarını fark etti. Ancak kimisinin de kendisi gibi tek başına oturup, çaktırmadıklarını zannetseler de, dikkatli bakan gözlerin onların ürkek sayılabilecek bakışlarını anlayabilecekleri şekilde tedirgince etraflarını izlediklerini anlayınca sadece kendisinin sap gibi buraya gelmediğini düşünerek rahatladı. Liseden yeni çıkmış insanlar için üniversite ne kadar heyecan verici olsa da bunun yanında bir o kadar da korkutucuydu.
Elindeki broşürü inceleyerek biraz zaman öldürdükten sonra kocaman salonda çok önde kaldığını, biraz daha arkalarda bir yer bulmayı geçirdiği zihni, duyduğu sitem dolu sözlerle birden tam önündeki sırada oturan ikiliye yöneldi. “Feminizm konferansında ne işimiz var bizim?”
“Belki eril dilini törpülersin diye getirdim seni Samet.” diyen kız, uzun sarı saçlarını elleriyle şöyle bir düzeltip konferans salonunun girişine doğru bakındı. “Savaş nerede kaldı?”
Kahverengi saçlı, çok da uysal biri olmadığı sert mizacından belli olan adam yanındaki kıza dönüp, “İki yılın sonunda hazırlığı geçtik ya gardaşımla, kutlama yapıyordur belki bizim fakültede.” diyerek oturduğu koltuğa biraz daha yayıldı.
Berzah, başka başka fakültelerden üst dönemlerin de konferansta olduğunu bu sözlerle anlayınca kendi döneminden birilerine denk gelme olasılığının çok düşük olduğunu sezinleyerek boşuna burada olduğu fikrine kapıldı. Buraya gelmek yerine öğrenci dostu, ikinci el eşyaların satıldığı mekanlara gidip evinde hâlâ eksik olan koltuk takımlarına bakabilirdi. Daha da önemlisi belki de bir buzdolabına…
Elindeki rulo haline gelmiş broşürü de çöpe atıp tam salondan çıkacaktı ki salonun geniş sahnesindeki mikrofondan, “Merhaba.” sesi boşlukta yankılanıp kulaklarına doldu. ‘Harika.’ diye geçirdi içinden, şimdi sıkışıp kalmıştı işte burada.
Konuşmayı sevdiği her halinden belli olan ve Berzah’ın tam önündeki koltuklarda oturan adam, yanındaki kıza yeniden dönerek, “Bu elemanlar senin arkandan dedikodu çıkaran kızlar değil mi?” diye sordu.
Adının Çiğdem olduğunu az önce kumral adamdan öğrendiği kız bilmiş bir tavırla gülümseyerek arkadaşına doğru, “Evet.” dedi. “Ve feminizm ana fikirli bir konferansta konuşmacı olacaklar. İroni diye buna derim.”
“Vay amına koyayım. Dur daha neler görecez?” diyen adam, “İstersen çıkalım. Bu ‘izm’ ekleriyle biten kelimeler beni sarmıyor zaten.” diye de ekledi, durumdan hoşnutsuz olduğunu da, buraya gönülsüz geldiğini de belli eden bir tavırla.
“Tüm meseleyi bu kadar basite indirgiyor oluşun?”
“Çiğdem zaten sürekli senden bu zırvaları dinliyoz. Sal bizi kadın.”
“Kadınların toplumsal hayat içerisinde yaşadığı zorlukları şu-” dedikten sonra yüzüne küçümseyici bir ifade yerleştiren kız, arkadaşına doğru dönerek sözlerine devam etti. “Tuhaf ve karikatürize tiplerden dinlemek beni de sarmıyor inan Sametciğim. Ama herkesin bilmesi ve bilinçlenmesi gereken bir konu bu. O yüzden hiçbir yere gidemezsin. Gidersen çıkışta Aspava yok sana. Yeni açılan vegan kafeye götürürüm seni zorla.”
Samet, bıkkın bir tavırla ellerini kahverengi saçlarının arasına atıp karıştırdı. “Sizin erkek düşmanlığınızı mı dinleyecez şimdi? Gömmeli batak oynasaydık?”
“Feminizmi erkek düşmanlığı gibi sığ bir bakış açısıyla değerlendirmek doğru değil bebeğim.”
Berzah, buraya adım attığı ilk günden lisedeki muhabbetlerden çok daha farklı sohbetlerin döndüğüne şahit olurken ikilinin tartışması onda merak uyandırmış olacak ki onları rahatça dinleyebilmek için oturduğu koltukta biraz daha öne doğru kaydı.
“Feminizm ne demek biliyor musun mesela?”
“Dedik ya: ‘Erkekler ölsün, gebersin.'” Daha sonra yüzünde alaylı bir tebessüm peydâ oldu. “Bizsiz ne yapacaksanız?”
“Sizin ölüp gebermenizi istemiyoruz biz Samet. Sizinle bizim aramızdaki eşitsizliği önleyip kadınların sahip olması gereken sosyal hak ve özgürlükleri kazanma yolunda mücadele ediyoruz.”
Samet, “Falan filan.” derken Çiğdem de kendi konuşmasından aldığı gazı sürdürmeye kararlı şekilde ela gözlerini şöyle bir salonda gezdirip yeniden kumral adama çevirdi. “Her konuda biz kadınları bir şekilde suçlu çıkardığınız bu eril dilin arkasına saklanıyorsunuz. Böyle bir ortamda biz de sizler kadar insanız demek istiyoruz.”
Berzah, ikilinin atışmasından garip bir şekilde keyif alırken konferans salonunda elindeki kağıttan ezbere bir şeyler okuyan kızı duymuyor, görmüyordu. Tüm ilgisi önünde oturan, karakterlerinin birbirine taban tabana zıt olduğu belli olan iki arkadaştaydı şimdi.
Farklılıktan doğan tartışmaları dinlemeyi her daim seven Berzah, bu ikilinin kendince acayip saydığı konuşmasını dinlerken de hoş vakit geçirdiğini hissediyordu. Hem de konuşmaya katılmasına gerek olmadan, yalnızca dinleyici konumundayken.
“Topuklularınızı giyip saçlarınızı da savurduğunuz bir dünyada kadın olduğunuz için bile bir adım öndesiniz Çiğdem. Sen bana ne anlatıyon kızım?”
“Kil ve çamurdan yaratılan Pandora ve Eski Ahit’te geçen Havva’nın en büyük ortak özelliği neydi biliyor musun?”
Kumral adam, arkadaşının onu kolayca bırakmayacağını ve uzun bir nutuk çekeceğini anlayınca teslim oldu. “Neydi?”
“İkisinin de dünyadaki tüm kötülüklerden sorumlu tutulmasıydı. Çünkü iki kadın da çok meraklı tasvir edildiğinden biri kutuyu açarak dünyaya salgınları yaymış, diğeri de sözüm ona yasaklı elmadan ısırık almıştı.”
Samet muzipçe gülerken, “Meraklı değilsiniz yani?” diye sordu.
“Yaşadığımız zorlukların sonucunda bu noktaya geldik diyelim. Homeros‘un İlyada ve Odysseia‘sından beri süregelen kadınların alınıp satılan ya da hayvanla takas edilen bir mal olduğu fikri, belki de bizi bıktırdığından bazı şeyleri okuyup öğrenip baş kaldırmaya hazırlanmışızdır? Olamaz mı?”
“Zorlukları yine siz yaratıyorsunuz, hem de birbirinize karşı. ‘Kadın kadının düşmanıdır.’ derler. Bak, aha şu kürsüde kocaman amfiye kadın hakları dersi veren eleman geçen sene senin arkandan, ‘Herkesle yatar o.’ diye laf çıkarmadı mı? Hafızam beni yanıltmıyorsa ilkokul bebesi gibi, ‘Kaşar.’ da demişti senin gıyabında. Ben burada bir erkeğin suçu olduğunu düşünmüyorum.”
“Siz zaten hep kurbansınız.”
Berzah, biraz daha öne doğru yaklaşınca artık oturduğu koltuğun tam ucunda duruyordu. Bu hareketiyle kızın göz rengini daha yakından seçerken onun gözlerinin güzel bir ela tonunda olduğunu fark etti. Çaktırmadan onu izlemeye devam ederken beyaz tenli, ela gözlü, sarı saçlı, sanki bir mankenlik ajansından fırlayıp da birden bu konferans salonunun ortasında belirivermiş gibi duran kız da sözlerine devam etti.
“Ezelden beri batıdaki resimlerde bile Adem suçundan dolayı yüzünü yerden kaldıramazken Havva başı dik olarak resmedilir. Adem’in suçuysa Havva’ya inanmaktır sadece. Kıyamam, ne kadar da masumsunuz.”
Daha sonra hâlâ elindeki metinden bir şeyler okuyan kıza küçümseyici bir bakış atıp, “Bazı şeyleri onlar gibi saklamadan yaşadığım için bana, ‘kaşar’ denmesi benden bir şey götürmez Samet. Bunu oradaki kadının sevgilisinin bana aşık olduğunu bildiği için attığı iftiradan anlıyorum. ‘Kadın kadının düşmanıdır.’ sözüne de hiçbir zaman inanmadım. Kadınlar benim kız kardeşimdir. İyi insan, kötü insan vardır. Ben sana kadınlara pozitif ayrımcılık yapalım demiyorum dikkat edersen, kadın sizden gerideyken ona daha da hayatı zorlaştıran insanlardan bahsediyorum. Ayrıca bu dedikoduyu yayan belki kadındı ama bana ulaşabileceğini düşünerek çirkin tekliflerle gelenlerin hemen hepsi de erkekti. Bu işin cinsiyeti olmaz yani. Dini metinlerin ya da kalıplaşmış yargıların arkasına sığınıp ataerkil yapılanmanın kadına baskısına karşı uyanın.” dedi.
“Vay amına koyayım, neredesin sen Savaş?” diyerek ellerini yardım dilenir gibi göğe kaldıran Samet, “Eşitsizlik göremiyorum ben. İnsanlar haklar bakımından özgür doğarlar Çiğdem.” dedikten sonra bu konudan ne kadar sıkıldığını yanaklarını şişirip de sesli bir ‘of’ çekerek belli etti. “Bunu sikik hukuk dersinde görmüş olmalısın. Ben o dersi hâlâ alamasam da bunu biliyorum.”
“Evet. Seçme seçilme hakkını mücadele ile alan dünya kadınlarını katmazsak tabii. Fransa’da seçme ve seçilme hakkı isteyen Gauges‘un giyotin ile idam edilmesini de saymayalım hatta.”
Samet, ağzını açıp Çiğdem’e cevap vermek isterken aniden gözleri amfinin kapısına takıldı. Berzah, adamın yüzündeki rahatlamayı oturduğu yerden bile fark etmişti. Onun bu rahatlamayla karışık, sanki kurtarıcısından medet umar gibi baktığı yüz ifadesi birden komiğine gitti ve kimi görünce bu kadar sevindiğini merak ederek o da bakışlarını amfinin kapısına doğru çevirdi.
Tam o an kapıdan giren adamı seçti Berzah’ın gözleri. Önce, önünde oturan ve el hareketleriyle olduğu yeri belli etmek isteyen Samet’in, “Sonunda geldi amına koyayım.” dediği çatık kaşlı adamı bir bütün olarak süzdü.
Onda fark ettiği ilk şey uzun boylu adamın ciddi bir yüz ifadesi eşliğinde arkadaşlarını bulmak amacıyla amfiyi hızlıca bakışlarıyla taradığı oldu. Arkadaşları hâlâ ona el sallarken Savaş da hafifçe tebessüm ederek Samet ve Çiğdem’in yanına gelme isteğiyle tek tek basamakları çıkmaya başladı.
O, arkadaşlarının olduğu yere yaklaşırken Berzah’ın da tüm dikkati gülümsediği için onun yanaklarında oluşan iki derin çukurdaydı şimdi. Henüz adamın gamzeleri ile ilgili düşünceler beynine gitmeye fırsat bulamamıştı ki ömründe ilk kez gördüğü ışıkları fark etti. Işıklar küçük birer yıldız patlaması gibi Savaş’ın başının ve sol omzunun arasında asılıydı, sıra sıra ve dört tane…
Kalp spazmı geçiriyormuş gibi göğsünde hissettiği ani acıyla birlikte zihninde kendi sesi, ‘Peki’ diyerek yankı buldu. O an Berzah’a yıllardır onunla olan sesi hem çok tanıdık hem de sanki ilk kez duyuyormuşçasına uzak geldi.
Zihnindeki sesi yeniden duyabilmek için kendisini zorlarken Savaş, çoktan arkadaşlarının yanına gelmiş, Samet’in ona tam yanında ayırdığı koltuğa oturmuştu bile. Zaten Berzah da kendisini ne kadar zorlarsa zorlasın az önce zihninde çınlayan tanıdık ama bir o kadar da yabancı sesi bir daha duyamamıştı.
Samet’in arkadaşına bakarak söylediği, “Beynimi sikti.” cümlesinin başını ya da devamını anlamlandıramadı. Burnunun ucuna dolan kokuyla birlikte Berzah, sanki birden boyut değiştirdi. Bu koku az önce olmadığından Savaş’ın kokusu ile birlikte geldiğini anlayan Berzah’ın birden gözünün önünde bir duvar ve duvarın tam ortasındaki çatlak belirdi, bir de iki adam.
Tüm amfi ve içindekiler silikleşirken beyaz renkli duvarın çatlağı ve ardında fısıldaşan iki adam kaldı her şeyden geriye. Ne konuştuklarını anlayamasa da bir de hafifçe çalan müzik duyuyordu Berzah, aynı anının içinde. Hem de öyle bir müzikti ki bu, daha önce duysa defalarca kez başa sarıp sarıp dinleyebileceği türdendi.
Derince bir nefes aldı. Daha okulun ilk günü zaman zaman yaşadığı acayiplikler yüzünden olduğu yere bayılıp da rezil olma riskini almak istemeyerek elinin içindeki broşürü kavradı sıkıca. Diğer elini de tam önünde oturan Samet’in koltuğunun arkasına atıp oradan güç bulmak ister gibi sert parçayı sıktı.
Ama yaşadığı tuhaflıklar onu şehir değiştirse de bırakmamaya yeminli gibi birden önündeki çatlak duvar ve iki adam filmlerde gördüğü toz bulutu gibi eriyip gitti. Bu kez de bir dut ağacı ve altında birbirine bakan iki adam belirdi zihninde ya da gözlerinin önünde. Nerede ne beliriyordu, o da bilmiyordu ki.
Berzah, neyin gerçek neyin yanılsama olduğunu anlayamadan yüzünde asılı kalan gülümsemesiyle Savaş ona doğru bakınca adamın gamzeleri Berzah’ın yüreğine bir ok misali saplandı, bir de kan kırmızı rengi.
Önünde oturan adam, onda bir tuhaflık olduğunu sezinlediğinden midir bilinmez kaşlarını çatarak Berzah’ın gözlerinin içine bakmaya devam etti. İşte o an, kaburgalarının her bir milimine onun adı işlendi sanki. Cenin pozisyonunda, anne karnında yatarken görünmez bir el tarafından kemiklerine bir bir yazgısı yeniden yazıldı sanki Berzah’ın, hem de kan kırmızı renginde gelen bir kalp ağrısıyla.
‘Kaderin seyrini ağzından çıkanlar değiştirir, ağzından çıkanları iyi tart.’ cümlesi aklında dolanan Berzah, kendisine bakan adamın gözlerindeki ifadeyi daha önceden görüp de unutmuş, yeniden bugün hatırlamış gibi bir duyguyla sınandı. Bundan sonra ağzından yalnızca ‘Savaş’ ismi dökülecekti, hem de kan kırmızı mendilin sıktığı avuçları paramparça olmuşken…
✨✨