Bölüm 2: Turnanın Kanadındaki Kalp

Merhabalar, okumaya başlamadan önce küçücük bir not düşmek istiyorum en başa. Buraya taşındığımız için ve burada etiket gibi şeyler olmadığından kitabın bulunması çok zor. Sizden ricam sevdiğiniz arkadaşlarınızla kitabı paylaşmanız, bol bol yorum yapmanız. Çok teşekkür ederim. 

Eski amblemi kuş olan hesabımıza da beklerim. Kullanıcı adım: Seral_95 Orada da çok eğleniyoruz 💙

✨✨

“Bana en yakın uzaklık sendin.”

 Birhan Keskin

✨✨

Will I See You Again · Thee Sacred Souls

✨✨

3 yıl sonra

Berzah, elindeki taşınabilir elektroensefalogramı ile zihninden geçen onlarca küfürleriyle birlikte İİBF kantinin tam ortasında dikiliyordu. En yakın arkadaşı Berk ve kendisinin yürüttüğü çalışmanın bir parçası olmak isteyecek insanları ararken bir yandan da arada sırada fakültenin merdivenlerine attığı kaçamak bakışlarla, arkadaşına da çaktırmadığını umarak, etrafı kolaçan ediyordu.

Ama gizlice etrafına bakmaya çalışması beyhude bir çabaydı. Yıllar içerisinde onu en az kendisi kadar tanıyan Berk, arkadaşının sol tarafa arada bir uğrayan bakışlarıyla kimin yolunu gözlediğini adı kadar biliyordu elbette.

Nitekim Berk, gözü yollarda kalan arkadaşına bakıp kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. “Amına koduğumun yerinde şaşı oldun lan.” Aynı anlarda ayakları sabahtan beri dikilmekten ağrımış olacak ki yürüttükleri projede onlara yardım edecek insanların oturması için ayarladıkları sandalyeye bedenini çuval misali attı.

“Siktir oradan.” dedi Berzah sahte bir kızgınlıkla. Aklından geçenleri arkadaşının fark etmesiyle içinde oluşan rahatsızlık hissini bastırmaya çalıştı. İlk görüşte aşka düştüğü adamı etrafındakilerle çok konuşmaz, insanları kendi derdiyle sıkmak istemezdi. Durup durup herkese Savaş’ı anlatarak onları bıktırmamak için en kolay yolu seçerek sigarasını dert ortağı bellemiş, içinde bunca zaman biriken ne varsa ona anlatmayı uygun görmüştü, uzun uykusuz gecelerinde.

Çok sevdiği, ondan neredeyse iki yüzyıl önce doğmuş bir adamın da söylediği gibi hakikat kalabalıkta değildi. Tek kişilik sırdaşlığında olan biten kendi içinde başlıyor, en nihayetinde, gölgesini bile kamburlaştıran yüreğinde sonlanıyordu.

O, böyle düşünse de Berzah’ın huyunu suyunu geçirdikleri yıllar boyunca öğrenen birkaç kişiden biri olan Berk, ona inanmadığı belli edercesine burnundan bir nefes vererek alayla güldü. “Lan sabahtan beri ben seni kesiyorum, sen de merdivenleri. Kazulet gibi herif olmasan soktuğumun basamaklarına şiir yazacak kıvamdasın. Hâlâ tatava amına koyayım.”

Berzah, bıkkınca dilini alt dudağında gezdirdi. “Sal beni kardeşim.” Sabahın köründe onu daha fazla görebilmek ümidiyle Savaş’ın fakültesine damlasa da ne gelen vardı ne de giden. Oysa adı gibi ezberlediği ders programında bugün Savaş’ın öğleden sonraya kadar fakültede olacağından emindi. “Sigara mı içsek?”

Berk kaşlarını çatarak yanında dikilen adama, “On dakika önce iki sigarayı birbiriyle yaktın ya lan.” dedi. “Sikme ciğerlerini, otur oturduğun yerde.”

“Kimse gönüllü olmuyor ki soktuğumun yerinde.”

Elini saçlarının arasından geçirip de ağırlaşan göz kapaklarını yukarı doğru kaldırırken bakışları yeniden merdivenlere takılmıştı ki artık ezberlediği giysilerinden bugün ona çok yakışan bordo kazağını giymiş olan uzun boylu adamı seçti gözleri. Savaş, yanında Berzah’ın tam üç yıl önce, ilk kez konferans salonunda gördüğü ve yıllarca ayrılmadığı arkadaşlarıyla birlikte elleri ceplerindeyken merdivenlerden iniyordu.

Yüzünü kaplayan sakin gülümsemesiyle yanındakileri dinleyen adama bakan Berzah, onun omzunun üzerinden başına doğru sıralanmış ışıkları fark etti önce, tıpkı onunla karşılaştığı diğer anlarda olduğu gibi… Dile kolay, dördüncü seneye girmişlerdi aynı okulda. Bu dört sene boyunca Berzah ne zaman Savaş’ı görse onun gamzelerine hayranca bakmadan önce arkasında sıralanan yıldız misali küçük ışıkları seçiyordu, sanki bunlar olmazsa Savaş, Berzah’ın iliklerine kadar işlememiş de silik bir görüntü misali kayboluverecekmiş gibi…

O, heyecanla Savaş’ı incelerken aynı anlarda kantinin ortasında üzerindeki beyaz önlükler ve ellerindeki acayip aletlerle Çiğdem’in dikkatini çekmiş olacaklar ki kız yanındaki arkadaşlarına dönüp onları göstererek heyecanla bir şeyler söyledi. Berzah’ın adının Samet olduğunu daha ilk günden öğrendiği adam, Çiğdem’e doğru gözlerini devirirken Savaş, kızın yüzündeki bakışlarını ağır ağır Berzah ve Berk’in olduğu tarafa doğru çevirip başını onaylar gibi salladı.

Heyecandan elleri aniden buz kesti Berzah’ın. Yıllardır süren karşılıksız aşkından haberi bile olmayan adam onun görüş açısına girdiğinde hep böyle olurdu zaten. Yine de bir türlü alışamamıştı bu duruma. Üşüyen parmak uçlarını avuçlarının içine bastırarak, “Buraya geliyorlar Berk.” dedi.

Berk, oturduğu sandalyede biraz daha yayılıp umursamaz bir ifade ile, “Kimler?” diye sordu.

“Savaş. Arkadaşları falan işte.”

“Dünyada cimri adamdan sonra en tiksindiğim adam aşık adam amına koyayım.” diye söylendi Berk. “Ben de dahil.” Son cümlesini kendine saklamak istediğinden sesi bir fısıltıdan farksız çıkmıştı dudaklarının arasından.

Senelerdir kardeşi saydığı adamın bu durumdan muzdarip olmasından da bıkmıştı, anlatmayıp içinde yaşayarak kendi kendisini sürekli tüketmesinden de. Ne yoluna devam edebiliyordu ne de kaldığı yerde bir çözüme ulaşabiliyordu. Oysa ona bir kez bakan Berzah’ın okulun en yakışıklı heriflerinden biri olduğunu tereddüt dahi etmeden söyleyebilirdi. Uzun boyu, çoğunluğunu esmerlerin oluşturduğu bir şehirde onu oldukça farklı kılan beyaz teni, sarı saçları, nadiren de olsa merakla parıldayan açık mavi gözleriyle bir şeyler için çabalamasına bile gerek yoktu.

Onunla ilk tanıştığı zamanlardaki yapılı vücudu az yemek yemesi ve sürekli içtiği sigaraların etkisiyle günden güne erise de birkaç kişi hariç etrafına layık gördüğü donuk bakışlarıyla, hemen her zaman sessiz oluşuyla, kimsenin ona yaklaşmasına fırsat vermeyişiyle birlikte Berzah, her daim ilgi çeken biri olmuştu.

İnsanlar basit varlıklardı bakıldığında. Bir şeyleri çabucak çözemediklerinde güçlü bir merak duygusuyla sarmalanıyorlardı. Berzah da onları haklı çıkarırcasına, böyle bir istenci olmasa da, suskunluğuyla renkli bir bilye gibi parıldadığından geride kalanlar onu alıp rengarenk boncuklardan yaptıkları kolyelerine iliştiremiyorlardı. Onlar kolyelerindeki eksik parçayı uzaktan izledikçe Berzah’ın albenisi de günden güne artıyordu sanki…

Ama tüm bunların yanında o, okul hayatını kendisine zehir etmeye ant içmiş gibi gelen fırsatları görmezden geliyor, herifin birine takılıp da kalıyordu, hem de yıllardır…

Üstelik bir aynanın önünde oturup çaresizce oradan bir elin uzanıp da kendisine umut olmasını bekliyordu. Ne sadece kendi yansımasını gösteren kırık dökük aynadan medet vardı ne de Berzah’ın bu illetten kurtulmaya gücü. Olanları seyirci koltuğundan izleyen Berk’i arkadaşı için elinden bir şey gelmiyor oluşu iyice delirtiyordu. Ortada suçlanacak kimse de yoktu, yakan da suçlu değildi, yanan da.

Saatlerdir burada boş boş dikilmesinin getirdiği yorgunluk hissiyle birazdan Berzah’ın sigara üzerine sigara içeceği fikri de zihninin gerilerinde birleşince yüzünün aldığı bunalmış ifadeyi umursamadan ağır ağır oturduğu sandalyeden bir şeyler mırıldanarak kalmıştı ki Çiğdem, sarı saçlarını savura savura yanlarına gelip, “Selam.” dedi.

“Merhaba.”

“Selam.”

İkiliden selamını alan Çiğdem, “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu merakla ela gözlerini açarak. “Deney mi yapacaksınız?”

Berzah, elleri ceplerinde kendisine bakan Savaş’ın önünde kekelemeden konuşmak isterken zihninde o bilindik ama yıllardır bir türlü bulamadığı melodi yeniden çalmaya başladı. Gözlerini kırptığı bir an göz kapaklarının ardında beliren alevler ve kan kırmızı rengiyle birlikte çalan şarkıyı umursamak istemeyerek, “Aslında hocalarımızın yürüttüğü bir proje sayılır ama biz de yardım ediyoruz.” dedi.

“Neymiş gardaşım olay?” diyen Samet de konuşmaya merakla katılınca Berzah gülümsedi.

Elindeki elektroensefalogramı gösterdi. “Bu belki de aşina olduğunuz EEG. Ama taşınabilir. Bu aleti kullanarak duygu ve beyin aktiviteleriyle ilgili bir araştırma yürütüyoruz. Bunları size taktığımızda beyninizin hangi bölgesinin aktif olarak çalıştığını görebileceğiz.”

“Ama ayıp oluyor takmak falan.” Kaşlarını çatan Samet, kahverengi gözlerini karşısında duran Berzah’a çevirdi. “Erkek adama yakışmaz.”

Berzah, okulun ‘teşkilat’ adı altında ilginç tiplerin bir araya gelerek oluşturduğu yapılanmasından çokça haberdardı elbette. Yıllar içerisinde Savaş’ı izlerken yanındaki elemanın da bu yapılanmada adını bile bilmediği görevlerde yer aldığını da fark etmişti. İnsan yıllarca birine platonik şekilde aşıksa en favori içeceğinden tut yanındaki arkadaşlarının huyunu suyunu bile öğreniyordu bir şekilde.

Kafasını kaldırıp Samet’in gözlerinin içine bakarken, “Türkçe işte kardeşim.” dedi. “Esnek dil.” Cesaret edip de bakışlarını Savaş’ın suratına çıkarabilseydi onun kendisini muzipçe izlediğini de görebilirdi ama Berzah, içinde yeşeren tatlı sızıyla birlikte buz kesen elleriyle olduğu yerde dikilmeye devam etti.

Bu sırada Çiğdem, yıllardır mikro-makro iktisat, neden öğrendiğini anlamadığı onlarca hukuk dersi ile muhasebeden ve hatta yanındaki arkadaşının homofobisinden de bıkmış şekilde yeni bir heyecan bulduğu için olduğu yerde ellerini sevinçle çırptı. Her zamanki neşeli tavrıyla bakışlarını Berzah’ın gözlerine dikip, “O zaman ilk deneğiniz ben olayım. Sabah da görmüştüm sizi, kimse gönüllü olmuyor galiba.” dedi.

Berzah, elindeki alete hissettiği tüm bunalmışlığıyla baktıktan sonra, “Maalesef.” diye yanıtladı kızı. “Oysa zararsız bir deney bu.”

“Tamam o zaman.” diyerek az önce Berk’in kalktığı yere oturdu Çiğdem. “Yaz bizi. Üçümüz de gönüllüyüz. Okulun zeki çocuklarına yardım edelim biz de, değil mi beyler?”

“He bacım he.” Çiğdem’in antin kuntin işleri yıllardır bitmemişti ve azalmak şöyle dursun gün geçtikçe de katlanarak çoğalıyordu. Oysa Samet, çift kaşarlı tostunu gömüp sıcacık bir de çayla bir sonraki derse girmeden iki üç sigara tüttürmeyi hedefliyordu, hem de az önce çıktığı dersin başladığı ilk dakikalardan bu yana…

Berzah, Samet’ten gelen ‘bacım’ kelimesiyle gülümserken Berk de elindeki aletleri Çiğdem’in şakaklarına yerleştirmeye başladı. “Şimdi şu elektrotları takacağım, sonra beyninde neler olup bittiğinin raporunu çıkaracağız.”

“Çok iyiymiş.” diyen Çiğdem, sessiz bir heyecanla Berk’in ayarlamaları yapmasını beklerken, “Peki ne zaman alırız bunun sonuçlarını?” diye sordu.

Samet, içinden bir sabır çekerek tek kelime etmeden yanında öylece duran Savaş’tan bir itiraz gelmeyeceğini anladı. “Çiğdem fal sonucu değil bu, biliyorsun değil mi?”

Yıllardır yeni şeyler denemek istediğinde en yakın iki arkadaşının yontulmamış bir kalas misali onu alaya aldıkları anlardan birini bir kez daha yaşayan kız gözlerini devirdi. Biraz önce, başka bir şehirde olan seminere gitmelerini teklif ettiğinde ceplerindeki tüm olumsuz cümleleri sıralamışlardı. O anın kızgınlığı içinde yeniden peydâ olurken Samet’e, genç adamı korkutan o bakışlarından birini gönderdi. “Biliyoruz herhalde. Sonuçta bilimsel bir şey bu ve ben de merak ediyorum.”

Berzah’sa aynı saniyelerde, ikilinin atışmasına dikkat kesilmek şöyle dursun, yıllar sonra Savaş’la bu kadar yakın olmasının getirisi olan ve içinde beliren çocuksu neşeyi bastırmaya çalışıyordu. “Haftaya alırsın.”

“Ben sizin fakültede yan dal yapıyorum.” dedi Çiğdem. “Laboratuvarda görüyordum zaten seni. Haftaya dersim var, gelip alırım o zaman.”

Berzah ve Berk, ikisi birlikte Çiğdem’in şakaklarına kablolu aleti yerleşip de son ayarlamaları yaparken Berzah, kıza doğru eğildi. Ona yaklaştığında burnuna dolan kokuyla birlikte gözlerinin önünde aniden mor rengi belirdi. Renk çok canlı görünmüyordu, bunun aksine silik de değildi.

Kızın kendisi gibi kokusuna ait rengin de enerjik olduğunu düşünüp, ‘Demek onun da rengi mor.’ diye geçirdi içinden. Onu ilk gördüğü zaman kokusunu duyumsayamadığı için mi, yoksa bu zamana kadar tüm dikkati Savaş’ta olduğundan mı bilinmez ona ait rengi yıllar sonra, şimdi öğreniyordu Berzah.

İronik bir şekilde bir tek kendi kokusunun rengini bilemezdi. Çok heyecanlandığında, ki bu genellikle Savaş etrafındaysa olurdu, elleri terler, o da ellerinin üzerinden hafifçe çıkan dumanı fark ederdi yalnızca. Terleyen elleri birkaç saniye sonunda buz keser, Berzah’a da yıllardır ısınamayan ellerine alışmaktan başka bir şey düşmezdi.

Tüm bunların haricinde ona ait olan rengi yıllarca aynaya baksa da, teninin kokusunu almaya da çalışsa bir türlü bulamamıştı. Bu da hayatın keşfedilmemiş bir gezegen misali kendisinden uzak olmasını istemesinin bir sonucuydu Berzah’a göre. Yoksa neden insanların kokularının rengini görüp iş kendisine gelince elleri bomboş kalıyordu ki?

Çiğdem’e doğru eğildiği anda rengin cazibesine kapıldığından bulunduğu yerde birkaç saniye fazladan kalmış ve kızın etrafında dolanan mor rengi daha önce hiç kimsede görmediği için incelemeye başlamıştı ki bir boğaz temizleme sesi doldu kulaklarına. Kafasını kaldırdığında Savaş’ın kaşları çatık şekilde kendisine baktığını görünce çok yanlış anlaşıldığını anladı. Zaten yıllardır sevdiği adamı izlediği için onun bakışlarının her daim bu kızda olduğunu biliyordu Berzah da.

Hayali tekti Berzah’ın. Aynı zamanda da yaşamayı çok istiyordu bu düşü. Ama kan kırmızı, kenarı oyalı bir mendilin getirdiği vedalar Berzah’ın bu hayalini yaşamasına engel olmuştu bir zamanlar, o bunu bilmese de. Üstelik keşkelerin ev bellediği kalbinin sahibi kırmızı rengine şimdi bir de mor çalındığına emin olmuştu Berzah. Sanki morla birleşen kırmızı, onun çatlaklarından giren ve çok sevdiği temiz kırmızının saflığını bozuyor, daha koyu, acı, ölüm rengiyle Berzah’ı yıldızlara değil de nefes alması için hiçbir alanın olmadığı yerin yedi kat dibine hapsediyordu.

Şimdi daha iyi anlıyordu Berzah, Hz. Fatima’yı. Onun da dediği gibi, hüznü yere dökülse gündüzü gece olurdu. Çünkü Berzah, sevdiği adamın bakışlarında bir başkasını izliyordu yıllardır. Bu da yeterli gelmemiş olacak ki şimdi bir de, bu duruma yakından tanık oluyordu, hem de sabahın köründen bu yana sadece kendisi bilse de onu görmeyi bekliyorken…

Aklında dolanan düşüncelerin getirisi görmeyen gözleriyle Çiğdem’den sonra Samet’in de ölçümlerini yaptı. İşleri biten ikili kenarda şakalaşırken oldukça sert bir tonda çıkan, “Oturuyorum.” kelimesi kulağına çalındı.

Berzah, kuruyan boğazını az da olsa rahatlatmak ümidiyle yutkunurken kafasını olumlu anlamda salladıktan sonra Berk’in diğer ikiliyi alıp da kantine doğru ilerlediğini gördü. Kardeşim dediği adamın bunu onun Savaş’la yalnız kalması için yaptığını anlayınca silinip giden mor renginin arasından yeniden, ince de olsa kan kırmızı bir renk zuhur etti tüm hücrelerine.

“Bu ileri düzey bir deney değil mi? Lisanslara izin var mı?”

Kendisi hakkında genel de olsa bir şeyi merak eden adamın üzerine doğru eğilen Berzah, “Hocalarla aram iyidir.” dedi. Kokusu burnunun ucunda kalırken yıllar içerisinde sayılı şekilde duyumsadığı bu kokuyu bir kavanoza hapsetmek isterken buldu kendisini. Savaş’ın kendisi gibi kokusu da eşsizdi. “Doktora öğrencileri ile aynı deneylerde ya da araştırmalarda yer almama izin veriyorlar.”

“Torpillisin ha?”

“Ben öyle demezdim.” diyerek bu kez de elindeki küçük beyaz aletin ucuna kabloları taktı. “Notlarım iyi olduğu için sanırım. Ha bir de acayip seviyorum bu işi.”

“Anladım.”

“Şimdi, aklına iyi bir anını getir.”

Berzah, yeniden Savaş’a doğru eğilmişken sıra sıra dizilmiş ışık patlamalarının bir kez daha belirdiğini fark etti. Onun kokusuna maruz kaldığında zihninde çalan müzik, kan kırmızı rengi ve adamın tam başının yanında beliren yıldız gibi ama daha yuvarlak ışık patlamalarına alışsa da kalbinin bunlarla birlikte hızlanmasına bir türlü alışamıyordu genç adam.

Işıkları bu kadar yakından görmesinin verdiği heyecanla, “Aklına mı gelmiyor, yoksa iyi bir anın yok mu?” diye sordu pat diye.

Oturduğu yerde rahatsızca kıpırdanan Savaş, gözlerindeki boş bakışla, “Galiba aklıma gelmiyor.” diye mırıldandı.

“O zaman sevdiğin birini düşün. Ailenden ya da özel biri falan varsa.”

Savaş, karşısındaki adamın kurduğu cümlenin onu acı çekse de şarkısına devam eden o büyük sanatçılar misali bir hisle donattığından habersiz bakışlarını kantine doğru çevirdi. Elindeki küçük alette hâlâ bir değişiklik olmadığını gören Berzah, pratik şekilde kullanılmak için üretilen makinenin bozuk olabileceğini düşündü bir an.

“Bir dakika.” diyerek Savaş’ın şakaklarındaki kabloları, temassızlık olmaması adına düzeltmek için ona doğru yaklaştı. Yüzü tam onun yüzünün yanında, verdiği nefesler adamın esmer yanağına çarparken küçük alette meydana gelen kıpırdanmalarla Berzah, az önce kabloları düzgün takmadığına emin oldu. Şimdi beklediği sonucu alabilmişti işte.

Bir umut bakışlarını dibinde duran adamın yüzüne çıkardığında onun hâlâ aynı yere baktığını görüp burukça gülümsedi. Deney yanılmazdı ve yine yanılmamıştı. İnsan sevdiğine bakınca dopamin denilen mutluluk hormonu salgılanırdı ve Berzah, şu an aşık olduğu adamın beyninin dopamin salgıladığı bölgesinin aktive olduğuna canlı canlı şahitlik ediyordu.

“Tamamdır.”

“Bu kadar mıydı?”

Berzah, “Bu veriler yeterli olacaktır.” dedikten sonra Savaş’ın üzerindeki kabloları dikkatlice çıkardı. “Aslında ağlayan biri olsa süper olurdu.”

Savaş, gelen yanıtla gülümsedi. “Deneyin için birinin ağlamasını mı istiyorsun?”

Utançla elindekileri kenara koyan Berzah, rezil olduğunu düşünerek bir doksanlık boyuna bakmadan ısınan yanaklarıyla birlikte sevdiği adamın karşısında yok olmak istedi. Ayda yılda bir gelen konuşma fırsatını da bok gibi görünerek mahvetmişti işte.

“Yok, o anlamda demedim.” dedi aceleyle. “Deney buradan sonra maymunlarla devam edecek. Her duygu durumunun benzerliğini araştırıyoruz.”

“Benim bundan ne anlamam gerekiyor?”

Berzah, oturduğu yerden doğrulan adamın ses tonunun alaylı çıkmasına aldırmadan arkası dönükken gözlerini kapattı. Cinsiyet fark etmeksizin aşık insanın sevdiği kişiyle ilk uzun konuşmasını kafasının içinde evirip çevirdiği anlar olurdu. Berzah da bir günde aşka düşüp de yananlar gibi her gece yatmadan Savaş ile olası anlarını beyninin içinde döndürüp duruyordu yıllardır. Ama kurduğu hayallerinin arasında sevdiği adamı maymunlarla kıyaslayacağı bir konuşma hiç olmamıştı bunca zaman. Fakültenin kapısının açılıp kapanmasının yarattığı soğuğa eş bir de ağzından çıkan sözlerin saçmalığı ile elleri iyiden iyiye buz kesti.

Yüzünü ağır ağır Savaş’a doğru çevirip bir kez daha, “O anlamda demedim.” dedi. Ne yapacağını bilemez gibi yanaklarını içine çektiği hava ile doldurdu. Nefesini ellerini ısıtmak ümidiyle bir kez avuçlarının içine üfledi. Acaba şu an üşüyen elleri Savaş tarafından tutuluyor olsaydı yine bu kadar soğuk olur muydu? Nihayetinde elleri onun nezdinde kahverengi gözlü bir adama aitti.

Bir kez daha ellerinin içine doğru üfleyip, “İki tür arasındaki tepkisel benzerlikleri inceliyoruz da.” diyerek Savaş’ın gözlerinin içine baktı. Karşısındaki adamın yüz hatları hem sert hem de keskindi. Bunca yıl arkadaşlarının yanında gördüğü tebessümleri hariç Savaş’ın çok da güler yüzlü bir herif olmadığını düşünüyordu zaten. Ama bugün zihni onu yanıltmıyorsa Savaş kendisinden beklenmeyecek bir performans sergilemiş ve çokça gülmüştü.

İfadesi anlayışlı bir tebessümle yumuşayan adam, bakışlarını Berzah’ın şişen yanaklarında ve üflediği ellerinde gezdirdikten sonra, “Korkma kibritçi çocuk.” dedi. “Hayvanlarla kıyaslanınca alınan beyinsizlerden değilim. Sadece çok gergin görünüyordun, ortamı yumuşatmak istedim.”

‘Kibritçi çocuk.’ sözlerini duyduğu an Berzah’ın kalbi sanki bir turna kuşuymuş gibi kanatlandı. Sevdiği adam onunla konuşuyor, bu da yetmez gibi bir de isim mi takıyordu? Asya’da ölen kişilerin turna kanadında cennete taşındığına inandıklarını okumuştu bir yerde. Berzah da karşısında iki yanağındaki gamzeleri göstererek gülümseyen adamla birlikte ölüp bir turnanın kanadında cennete ulaştığını hissediyordu şimdi.

Yine de içinden, ‘Kibritçi çocuk ne amına koyayım?’ diye geçirmeden edemedi. Kendisi gibi olduğu anlarda sıraladığı sayısız küfürleri Savaş’ın karşısında edemeyeceğinden sadece, “Kibritçi çocuk mu?” demekle yetindi.

Savaş, gözlerini yeniden kantine çevirirken tebessümle, “Boyuna posuna bakmadan çocuk gibi avuçlarının içine üflüyorsun.” dedi. “Sence de sana yakışan bir sıfat olmadı mı?”

Anlamsızca olduğu yerde dikildiğini fark eden Berzah, “Çabuk üşürüm.” dedikten sonra kenardaki daha az önce nizami şekilde dizdiği aletleri yeniden düzenlemeye başladı, neden aniden bir şeylerle uğraşma ihtiyacı hissettiğini anlamadan.

“Sıkı giyin.” dedi Savaş. “Buralı olsan alışık olurdun soğuğa. Gerçi bu tiple buradan çıkman imkansız.”

Bu sırada yanlarına gelen Çiğdem, Savaş’ın koluna girip de başını omuzuna yasladı. “Ne varmış tipinde?”

Savaş, “Böyle Anadolulu olur mu?” diyerek ona sezdirmeden, ağır hareketlerle kızdan biraz uzaklaştı. Onun ne yaptığını fark eden Berzah’sa gamzeli adamın muhafazakar mı, yoksa utangaç mı olduğunu kestiremedi. Oysa bunca zamandır gözlemlediği kadarıyla Savaş’ın Çiğdem’den hoşlandığına neredeyse emindi. Kızdan gelen bu yakınlığı seve seve kabul etmeliydi ona göre.

Berzah düşüncelere dalmışken Savaş, sözlerine devam etti. “Ayrıca çabuk üşüyor.”

“İzmir’den geldim.”

“Ah güzel İzmir.” dedi kız. Berzah, onun İzmir’i ne kadar sevdiğini etrafındaki mor rengin pembeyle karışık bir hal almasıyla anlasa da, “Çok mu seviyorsun?” diye sordu.

“İzmir’i kim sevmez?”

“Ben sevmem bacım.” Samet, elindeki ne ara sonuna geldiği anlaşılamayan tosttan kocaman bir ısırık daha aldı. “Çok sıcak. Sıcaktan nefret ederim.”

“Bu da bir şeyi beğenmez.” diyerek burun kıvıran Çiğdem, “Neyse, o zaman haftaya sonuçlar için görüşüyoruz.” diye de ekledi. “Bu arada saçma oldu ama hâlâ tanışmadık.”

“Ben Çiğdem.” dedikten sonra sağ elini yanındaki adamları göstererek ikisinin arasında dolandırdı. “Bu huysuz olan Samet. Ve Savaş.”

“Ben de Berzah. Memnun oldum.”

“Numaranı alayım ben. Sonuçlar çıktığında bana mesaj atarsın.”

Kafasını sallayan Berzah, cebindeki telefonu eline aldı. Bu sırada Savaş’ın olduğu bölgeden gelen güçlü bir hisle sarmalanırken yavaşça gözlerini karşısındaki adama doğru çevirdi. Onun sertleşen bakışlarının verdiği ağır duygularla kızın numarasını kendi telefonuna kaydeden Berzah, sigara için kıvranan ciğerlerini birkaç dakika daha görmezden gelirken tam karşısında duran adamın arkasında parıldayan ışıklara bakmamak için kendisini zorladı.

İlk kesik en derin olandır, derin olduğundan da unutması zordur aynı zamanda. Berzah’ın ruhuna aldığı ilk kesik, bundan yıllar önce gördüğü adama olan karşılıksız aşkı değil de parlayan turunculara karışmış bir kan kırmızı rengiydi aslında, her ne kadar onun bundan haberi olmasa da. 

Bir turnanın kanadında çırpınıp duran kalbinin ruhu gibi daha ne kadar derin izlere ev sahipliği yapacağı konusu şimdilik meçhuldü ama bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalmayacağını da bilmiyordu mavi gözlü adam, dünyaya dağılan, bölünmüş hatıralarından bihaber olduğundan…

✨✨

🤞 Kitap bölümlerinden haberdar olun!

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Scroll to Top