✨✨
“Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım.
Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım?”
Süleyman Nahifi
✨✨
Derinlerde · Mark Eliyahu & Cem Adrian
✨✨
Berzah, bir yandan önündeki masanın üzerinde duran sığır beynini ince, keskin bir neşterle dikkatlice ikiye ayırıyor, diğer yandan da, “Hadi bakalım tümör, babanın bu glioblastama ihtiyacı var.” diye söyleniyordu. Aslında, kutulanmış ve çeşitli işlemlerden geçirilmiş şekilde duran organları kapsayan çalışmalar lisans öğrencileri tarafından yürütülmezdi. Bunun için en azından doktora yapan nörobiyologların yetkinliğinde olmak gerekiyordu.
Ama Berzah’ın fakültedeki çalışmaları, sanki ömrünü bu işe adamış gibi laboratuvarda geçirdiği vakitler ve okula adım attığından bu yana hocalara gösterdiği azmi sayesinde neredeyse iki yıldır aradan sıvışıp ileri düzeyde pek çok çalışmaya kendisini dahil ettirmesine neden olmuştu. Yaradılışında büyük bir itaatsizlik olan mavi gözlü adam, bu zamana kadar fakültesindeki hocaları ısrarıyla bezdirmiş, şu anda emsali, yaşadığı ülkede pek de görülmeyecek bir çalışmayı yürütmesinin de önünü açmıştı.
En sonunda aradığını bulmuş olacak ki, “Evet! İşte küçük beyin tümörümüz.” diyerek elindeki neşteri bırakıp baş parmaklarını kesilmiş beyne doğru kaldırdı. Çalıştığı alanı da, bu alanda saatlerini harcadığı zamanları da çok sevdiğinin kanıtı yüzünde oluşan gülümsemesiydi.
Üniversite sınavında aldığı puandan daha düşük bir yer yazdığında onun bu idealist tavrına hem abisi hem de yengesi bir süre karşı çıksa da en sonunda onlar da pes etmişti. Berzah, istediğinde insanları bıktıracak kadar inatçı olabiliyordu. Tıpkı şu an kendisine ışıl ışıl bakan beyin tümörüne ulaşmak için hocaların, hatta asistanların peşinde günlerce dolanması gibi.
“Hangisine şaşırsam bilemedim?” Cümlenin sahibinin sesi kulağına çalındığı an sanki bir akrep sokmuşçasına irkildi. “Tümör bulunca sevinen sana mı, beyinlerin değişik kokusuna rağmen burada duran bana mı, yoksa yine tümöre babalık yapan sana mı?”
Fazlaca kimyasal maddeye maruz kalıp da hayal mi görüyordu? Yoksa dün geceki rüyasının etkisinden çıkamamıştı da halüsinasyonlara mı başlamıştı çarpıtılmış zihni? Gerçek ve rüya arasındaki o ince sınırı geçmesinin bedeli, gündüz gözüyle sesini duyduğunu sandığı adam mı olmuştu? Kendisinden emin olmak adına, eline alıp da sanki büyük bir tehlikedeymiş gibi tuttuğu neşterden habersiz, arkasını döndüğünde Savaş’ın kollarını birbirine dolamış, omzunu da laboratuvarın kapısına yaslamış şekilde onu izlediğini gördü.
Birkaç kez gözlerini kırpıştırıp ondan tarafa doğru bakarken adamın gamzelerinin yanaklarında hafifçe belirdiğini fark etti. Sonrasında bakışları Savaş’ın soluna takıldı. Yaşadığı anın hayal ya da rüya olmadığını onun omzuyla başının arasında sıralanan ışıklardan anladı. Savaş’ı rüyasında gördüğü vakitlerin hiçbirinde ışıklar olmazdı. Bu, sevdiği adamın kanlı canlı tam karşısında durduğunun kanıtıydı.
“Bu kadar kimyasal maddeye maruz kalmış organların kokusunu aldığını düşünmüyorsun değil mi?”
Ağzından çıkan cümle biter bitmez içinden, ‘Amına koyayım senin Berzah.’ diye geçirdi. Daha bu sabah Nurgül ablasının da talimatıyla kalkar kalkmaz kadının seçtiği kıyafetleri giymemiş, saçına başına özenerek okula gelmemiş ve hatta ince de olsa bir kolye takmamış gibi şimdi de konuşmaya bile çekindiği adamı bozup kendisinden soğumasına, onu ukala biri gibi görmesine neden oluyordu. Üstelik Savaş bırak ısınmayı, daha biraz bile ılık değildi ki kendisine!
“Ben iktisattan, muhasebeden anlarım. Hiç bir beyinle baş başa kalıp ona evladım muamelesi yapmadım.”
“Yine de kimyasal kokusunu ayırt edebilmen gerekiyor.”
Savaş gülümseyerek, “Hazır cevapsın da.” dedi. “Sessiz biri sanıyordum ben seni.” Daha sonra bakışlarını Berzah’ın üzerindeki beyaz önlükte, elindeki sarı eldivenlerde ve nihayetinde de hâlâ kendisine doğru tuttuğu neşterde dolandırdı.
“Patavatsız da olabiliyorum bazen.”
“Biraz daha böyle konuşursam sanırım o masada yatan ben olacağım.” diyen Savaş, kolları hâlâ birbirine bağlıyken gözleriyle neşteri işaret etti. “Ayrıca patavatsızlıkla hazır cevap olmak arasında ince bir çizgi var. Sınırı bilmezsen sevimli görünmek yerine itici olabilirsin, dikkat et.”
Berzah, duyduğu sözlerden sonra hızlıca sivri aleti bırakıp yutkundu. Savaş’ın sözlerinin arasından itinayla onun masada yatacak olması zihninin en mahrem yerlerinde, altı çizili şekilde hayal edilmeyi beklerken sadece bir şeylerle uğraşmış olmak için beyni daha sonra incelemek adına kaldırdı. Şu an, karşısındaki adam görmese de, titreyen elleriyle organlara yaklaşmaması her açıdan en iyi olandı.
Oluşan birkaç saniyelik sessizliği kırmak için, “Benden sevimli biri olamayacağına göre?” dedi. Daha sonra sözlerini kanıtlamak ister gibi başından bacaklarına doğru hayali bir çizgi çekip kendi bedenini gösterdi. “İtici olmakla bir sorunum da olmamalı sanırım.” Berzah, yirmi ikisinde eşek kadar adam olmasına rağmen kendisiyle alakalı yeni bir şey keşfediyordu; heyecanlandığında saçmalama kotasının sınırlarına yaklaştığını…
Savaş, dilini alt dudağında boydan boya, sakince gezdirerek bakışlarını Berzah’ın mavi gözlerine çıkarıp, “Onu ben bilemem.” dedi. “Yok mu bir kibritçi kızın? Ona sormak lazım. Eminim seni sevimli buluyordur.”
Duyduğu sözlerle bir adım ileri, üç adım geri gitmiş gibi hisseden Berzah, akılla yüreğin yüz yüze gelmediği o anın gerçekliğine düştü yeniden. Karşısındaki adam kapıyı biraz aralık bıraksa Berzah, aklını da siktir edip yüzsüzce ardına kadar açtığı kapıdan içeri giriverecekti ama kaderin yine onunla alay edesi tutmuştu demek… Önce ayağına kadar getiriyordu esmeri, sonra bir el hareketi çekip, ‘Nah alırsın bu adamı sen.’ diyordu.
“Beni sevimli bulmasını istediğim kişinin adımı hatırladığından bile şüpheliyim.” Cesur sözlerine özellikle bir cinsiyet atamamış, insanların her daim aşkı karşı cinse atfetmesinden de yorulmuştu. Amına koyduğu yerde sevdanın cinsiyeti mi olurdu? Sevdiği adamdan gelen cümlelerle elini hiç bırakmayan ön yargıların bundan sonra da peşine takılacağından emin olarak düşen yüzünü saklama gereği bile duymadan öylece durdu olduğu yerde.
“Adın unutulacak kadar basit değil ki.” Yaslandığı kapı eşiğinden ayrılıp birkaç adım atarak içeri girdi Savaş. “Ayrıca bana aşk acısı falan çektiğini söylemeyeceksin değil mi?”
“Neden?”
Savaş, “Bizim fakültede epey popülersin.” diyerek kafasını iki yana sallayıp da güldü. “Çiğdem seninle konuştuğu için aniden herkes ona selam vermeye başladı. Bak sen şu Allah’ın işine.”
Berzah, az önceki ruh halinden sıyrılıp boyuna posuna bakmadan küçük bir çocuk gibi kıkırdayınca onun gülümsemesi Savaş’a da bulaştı. Karşısındaki beyaz tenli adama doğru yaklaşıp meraklı gözlerle etrafı inceledikten sonra, “Çıktı mı bizim sonuçlar?” diye sordu.
“Bunun için mi geldin?”
“Çiğdem başımın etini yedi, hem de günlerdir.”
“Sabah mesaj atmıştım ona aslında. Hazır her şey.” dediği an karşısındaki adamın değişen yüz ifadesini daha yakından görmek için bakışlarını ona doğru çevirdi. Ellerinin titremesi bir nebze azalmıştı ama parmak uçları hâlâ buz gibiydi. Bir an avuçlarının arasına üflemek için bir hamle yapsa da Savaş’ın yanında bunu yapmamak için kendi iradesine karşı direnerek ellerini iki yanında sabit tuttu.
Çiğdem’le mesajlaştıklarını söyler söylemez bunu nasıl karşıladığına dair Savaş’ın suratında bir ipucu arasa da herhangi bir iz bulamadı. Oysa karşılaştıkları ilk gün numarasını kıza verdiğini gördüğünde kaşları çatılmış, Berzah da onun bu ifadesinden Çiğdem’e yakın olmasını istemediği sonucunu çıkarmıştı. Hem kim sevdiği insanı kıskanmazdı ki? Ama onun düşüncelerinden bihaber olan Savaş sadece, “Ona da eğlence çıktı.” demekle yetindi.
Tam o anda kapıdan giren Çiğdem, “Benim dedikodumu yapıyorsun değil mi?” diyerek Savaş’a doğru sahte bir kızgınlıkla bakıp Berzah’a da, “Selam.” dedi.
“Kusura bakmayın geç kaldım. Küçük bir flört meselem vardı da.”
Berzah, anlayışlı bir gülümsemeyle kıza bakarken Savaş’ın çenesinin iki yanındaki kemikler hafifçe belirginleşse de birkaç saniye içinde yüzünü toparladı. Kız, tebessümle bir şeyler anlatmaya başladığında Berzah onun neşesine imrenmeden edemedi. Yıllardır okulun en çok konuşulan kişilerinden biriydi Çiğdem.
Kimseyle ciddi bir ilişki yaşamaması, canı istediğinde istediği kişiyle takıldıktan sonra onunla bir daha görüşmemesi, arkasından söylenen sözleri umursamadan nasıl davranmak istiyorsa aynen öyle devam etmesi gibi sebepler onu epey popüler kılıyordu. Özellikle de başkalarının hayatını konuşmaktan başka yapacak işleri olmayan insanlar arasında…
“Hayırlı işler o zaman.”
“Sonunda!” dedi kız. “Abim gibi sürekli beni uyarmak yerine destek olan birileri.” Savaş’a doğru kınayan bir bakış attı. “Seninle çok iyi anlaşacağız Berzah.”
“Öyle diyorsan.”
“Bu arada ismin çok güzel.” Uzun, sarı saçlarını avuçlarının arasında toplayıp yeniden sırtına doğru bıraktı. “Anlamı ne? Normalde kimsenin adını ilk duyuşta hatırlamam ama seninki unutulamayacak kadar güzel.”
“Öldükten sonra ruhların gittiği, kıyamete kadar orada bekledikleri düşünülen alem. Ya da ayırıcı bir sınır, perde gibi, Berzah alemi deniyor.”
“Vay be. Ne kadar anlamlı, değil mi somurtkan şirin?”
Berzah, kızın sözleri üzerine yeniden gülümserken Savaş, “La havle.” diyerek kendisine sataşan arkadaşına tip tip baktı. “Ayrıca az önce bizi şikayet ettiğini Samet’e söyleyeceğim. Çenesiyle sen uğraşırsın.”
“Bunlar da böyle işte Berzah.” dedi kız. “Aldılar aralarına beni, yıllardır nutuk falan çekiyorlar.”
Aklındaki soruyu sorup sormama konusunda kararsız kalan Berzah, kızın rahat tavrından aldığı cesaretle, “Ne konuda nutuk çekiyorlar?” diye sordu. Genelde kendi işine bakar, başkalarının hayatını çok merak etmezdi ama işin içinde Savaş olunca kendisini tutamamıştı işte.
“Birini bulup tüllerin süslediği beyaz gelinliğimi giyene kadar o kişiyle olmam konusunda.”
“Anladım.”
Savaş yüzünde beliren ukala tavrıyla, “Başka söyleyecek bir şeyin yok mu kibritçi çocuk? Bu kadar mı?” dedi.
“Yeni tanıdığım insanlar hakkında erkenden tespit yapmak huyum değildir.”
“İlgilenmiş görünüyordun oysa.” diyerek gülümsedi Savaş. Yüzünde beliren tebessüm gerçek olmadığından gamzeleri de belirgin değildi. Bu yüzden Berzah, onun Çiğdem’i desteklemesine mi, yoksa kız hakkında meraklı oluşuna mı takıldığını anlayamadı.
“Kişilerin kararları bireyleri bağlar.” diyen Berzah, Savaş’ın yüzündeki meydan okumaya karşılık vermek ister gibi kaşlarını kaldırdı. “Biriyle ciddi olmak istemiyorsa bu Çiğdem’in kararı, başkasına laf düşmez. En fazla dikkatli olması konusunda uyarabilir insanlar, o da haddi, hududu ne ölçüde elveriyorsa.”
Çiğdem gülümseyerek ikiliyi izlerken işaret parmağıyla alnını kaşıdı. Ne düşündüğünü, aklından nelerin geçtiğini ondan başka kimse bilmiyordu ama konu kendisi olmasına rağmen şimdilik sessiz kalmak istiyor gibi görünüyordu. Bakışları Berzah’ın mavi gözlerini bulurken sanki oradan hayali bir ip geçiyormuş da o ipin ucu Savaş’a bağlıymış gibi bir kez de Savaş’ın koyu kahve gözlerine baktı.
“İşte, senin de söylediğin gibi arkadaşları olarak uyarmazsak bu bizi düşüncesiz yapmaz mı?” diye sordu Savaş. “Ben yıllarca birini beklesin falan demiyorum ki. Onun üzülmesini istemiyorum, Samet de aynı şekilde. Bu yüzden daha dikkatli olması için zaman zaman müdahale ediyoruz.”
Berzah, cümlelerin kendisini etkileyen kısmından başka bir şeyle ilgilenmediğinden bir anda sertleşen ses tonuna da engel olamadı. “Yıllarca birini bekleyenlerin nesi varmış?”
Tam o anda ikiliyi izlemekten vazgeçen Çiğdem, “Biliyordum!” diyerek atıldı. “Bizim fakültede değil mi?”
Berzah, bakışlarını güçlükle Savaş’ın gözlerinden kopardıktan sonra Çiğdem’e doğru döndü. “Anlamadım?”
“Yıllardır gelip gidiyorsun.” diyerek gülümsedi kız. “Bizden birine aşıksın. Benden kaçmaz.”
Kızın arkasında yükselen mor renginin daha da parladığını seçen Berzah, onun bu konuyu öğrenmek için yanıp tutuştuğunu anlayınca çabuk gaza gelen bünyesine içinden art arda küfürler sıralamaya başladı. Daha iki gündür tanıdığı kadını inadından sebep savunmak için yıllardır içinde sakladığı sırrını az kalsın söyleyecek olmasının verdiği rahatsızlık hissiyle yanıp kavrulurken Çiğdem, “Kadın mı, erkek mi?” diye sordu.
“Böyle biri olmasa da erkek olma ihtimalini gündemde tutuyor oluşun hayranlık uyandırıcı.” dedi Berzah. “Genellikle bu okulda böyle şeyler erkek adamlara yakıştırılmaz, bilirsin.” Tanıştıkları gün Samet’in tavrını unutmamıştı elbette. Konuştuğu kelâmları bile olmayacak yerlere çekip de teşkilat adı altındaki sik gibi heriflerin aklının nasıl çalıştığını daha ilk andan göstermişti kendisine. Berzah, okulun tek falsosunun yıllardır süre gelen bu yapılanma ve içindeki beyinsiz sürüsü olduğundan emindi.
“Maalesef.” diyen Çiğdem bıkkın bir ifadeyle gözlerini devirdi. “İnsanların her cinsiyetten hoşlanabileceğini düşünenlerdenim ben. Bana göre aşkın öznesi aslen ruhlardır, bedenler değil. Sen de biyolojicisin, evrimle falan açıklarsın belki bizimkilere durumu.”
Savaş’ın kaşları ortamda dönen sohbetin gidişatıyla daha da derinden çatıldı. “Ne diyorsun kızım sen?”
“Her zamanki gibi kendi düşüncelerimi söylüyorum ve bunun üzerine sohbet edebileceğim birini bulduğum için de şanslı hissediyorum.”
“Ben yokken konuş ne konuşacaksan o zaman.”
“Senin ön yargınla uğraşamam Savaş.” diyerek yanaklarına değen sarı saçlarını geriye doğru attı Çiğdem. Daha sonra Berzah’a dönüp, “Patavatsızlığım için özür dilerim.” diye de hızlıca ekledi. “Bazen fazla heyecanlanıp burnumu sokmamam gereken yerlere dalıyorum böyle.”
“Önemli değil.”
“Sonuçlar çıktıysa alalım biz. Dersimiz başlayacak.”
Onun düşüncelerinin de tıpkı yanında dolanan adam gibi olduğundan iyice emin olan Berzah, ruhunun taşa dönmüş gibi kaskatı kesilmesini umursamadan, “Arkadaşın değişen ses tonuna bakılırsa hemcinsinden hoşlanan birileri onu gördüğünde yolunu değiştirmeli.” dedikten sonra hızlıca laboratuvarın diğer tarafına doğru ilerledi.
Yeniden titreyen elleriyle kağıtları ararken zaten tahmin ettiği gerçeklikle yüzleşmenin o kadar da kolay olmadığını düşünerek sağ yanının sol yanından gelen acıyla uyuştuğunu hissetti. Yaşayıp gidiyordu işte. Onu uzaktan, onsuz da sevmeye alışmıştı yıllardır. Şimdi aniden karşısında çıkıp da sikik sözleriyle kendisini daha da fazla üzmesinin anlamı neydi ki? Üstelik bir boktan da haberi yoktu. Ne yapıyorsa kendi olduğu için yapıyor, çekinmeden cümlelerini sağa sola savuruyordu. Gündüzün telaşına satıyordu hasretle kavrulan yanını Berzah zaten, bir de gecenin getirdiklerini gün aydınlıkken yaşamasının anlamsızlığına hayret etti.
“Arkadaşınızın sonuçları da burada.” Bakışlarını Savaş’tan tarafa değdirmeden dosdoğru Çiğdem’in yanına gitti. “Neyin ne anlama geldiği son sayfada yazıyor ama anlamadığın, aklına takılan bir yer olursa bana yazabilirsin.”
“Teşekkür ederiz Berzah.” diyen Çiğdem, onun arkasında kalan arkadaşına baktı. Savaş’tan da bir teşekkür mırıltısı laboratuvarda yankılanmıştı ki esmer adam hızlıca çıkıp gitti. Yeniden Berzah’la göz teması kuran kız, “Sen onun kusuruna bakma.” dedi. “Bazen böyle olur.”
“Önemli değil.”
Anlayışlı bir ifadeyle onun koluna dokundu Çiğdem. “Buralarda böyleymiş demek Berzah.” Uysal bir gülümseme ile ela gözlerini karşısındaki mavi gözlü adama güven vermek ister gibi kenetledi. “Bende de kabahat var ama. Herkesin yanında her doğru konuşulmaz. Hep unutuyorum.”
“Birileri için sözlerini sansüre sokman doğru değil ama. Onların duymak istemediklerini yaşayanlar, hatta bir ömür aynı adamla, kadınla hayat arkadaşlığı yapanlar var. Deneyimin tek yolu olsa hayat bazıları için ne kadar zor olurdu, düşünsene. Üzgünüm ama altmışlarda yaşamıyoruz. Beğenmiyorsa-“
“Artık Arabistan’a da kovamayız ki.” diyerek kıkırdadı Çiğdem. “Onlar bizden de ileri gidiyor.”
Berzah, kızın sözlerinin üzerine ona katılırcasına başını sallayıp da gülümsedikten sonra, “Dediğim gibi aklına takılan bir şey olursa, sonuçlar için diyorum, bana yazabilirsin.” dedi.
“Tamamdır. Çok memnun oldum yeniden Berzah. Bu kadar tuhaf tipin arasında bana ilaç gibi geldin. Arada kahve içmek için laboratuvarından kaçırabilirim değil mi seni?”
“Tabii.”
Kızın vedalaşmak için uzattığı eli sıkan Berzah, onun gidişiyle birlikte sanki dakikalardır nefes alamıyormuş da yalnız kaldığı ilk an tüm oksijeni içine çekerek yeniden hayati fonksiyonlarına kavuşmayı diliyormuş gibi tüm havayı burnuna doldurdu. Bütün gece Nurgül’le oturup bundan sonra Savaş’a karşı daha açık, daha kararlı olması gerektiği hakkında konuşmuşlar, Berzah aldığı gazla uzun zamandan sonra bir sabaha umutla uyanmıştı.
İçindeki incinme miydi, yoksa öfke mi bilemiyordu mavi gözlü adam. Siktiği yerde doğru düzgün bir konuşma ilerletip de en azından arkadaş falan olacaklarını düşünürken aklının almayacağı şekilde göz teması bile kurmayan Savaş çekip gitmişti, hem de bir ‘hoşça kal’ kelimesini ona layık görmeden. Başlamadan biten belirsiz hikayesinin yanı sıra bir de onun erkeklerden hoşlanan adamların sohbetine bile katlanamayan biri olduğunu görmek Berzah’ı iyice çileden çıkardı.
Onunla konuşamadığı, onu göremediği her gün mutsuzluk hissiyle sarmalanırken bu duygunun yanına bir de öfke eklenmişti şimdi, sadece mutsuzluğun yetmeyeceğine kanaat getiren kader sayesinde. Daha bu sabah Çiğdem’in yanında gelir diyerek ümitlenip de boca ettiği parfümünün kokusunu sikip atmak ister gibi kenarda duran paketi eline alıp fakültenin terasına doğru ilerlemeye başladı, gölgesine sarıldığı adamı bir de sigarasına şikayet etmek istercesine…
✨✨