“Çaresizlik nedir bilir misin? Kalbin kanatlanıp gittiği yere bedenin gidememesidir.”
Şems-i Tebrizi
✨✨
Ayrılık · Selda Bağcan
✨✨
Benlik denilen kavram öylesine dipsiz bir kuyuydu ki insan kendisine yaklaştıkça mutluluktan uzaklaşıyordu sanki. O kuyudan aşağı baktıkça sonsuzda kayboluş da kaçınılmaz oluyordu. Oysa Berzah, adıyla müsemma olacağını bilmezdi. İsmi her cümlede geçmediğinden kendisinden söz edildiğini düşünüp dönüp de bakmazdı arafta kalmış içinden başka bir yere.
İçinin iplerle sıkı sıkıya tutulmuş bağlarından kurtulmak için üç yıldır seçilmiş yalnızlığını kırdığı insanlardan biri olan arkadaşına boktan bir espri yaparken zihninden yalnızlığın aslında ne kadar da soylu olduğunu geçiriyordu, Berk’in getirdiği pizzanın üzerindeki zeytinleri düşmanının yüzünü görüyormuş gibi büyük bir hırsla ayıklamakla meşgulken. Ya da o buna inanıyordu. Düşüncesinin kanıtı kendi yaşadıkları olduğu için doğru olup olmadığı da başkalarının nezdinde tartışmalıydı elbette ama Berzah için kimin neye inandığı çok da önemli değildi o dakikalarda.
Telefonunun ekranından saatin kaç olduğuna bakan Berk’se Berzah’ın az önceki saçmalamasının üzerine, “Aşk acısı çekerken mizahın bok gibi oluyor kardeşim.” dedi. Sözleri dudaklarının arasından henüz yol bulup da çıktığı anda çalan zille birlikte ayaklanıp elleriyle düz, siyah saçlarını şöyle bir düzelterek kapıya doğru ilerledi.
Çelikten kapı açılır açılmaz tuttuğu tabakları düşürmemeye çalışan kadın, “Uykularımın katili.” derken elindekilerin bir kısmını karşısındaki yeşil gözlü adama doğru uzattı. Yine gecenin köründe ondan gelen arama yüzünden uyanmış, içtiği bitki çayı da yeniden dalmasına yardımcı olmamıştı.
Tüm bunlardan habersiz Berk, gülümsedi. Tebessümünün etkisi daha da kısılan yeşil gözleri olurken, “Hoş geldin Nurgül Sultan, nasılsın?” diyerek bir adım geriye çekildi.
“Dünden iyi, yarından kötü.”
“Bu nasıl cevap?”
“Anlamı derin ama yaşın yetmez.”
Muzip bir tavırla kendisine takılan kadına doğru kafasını sallayan Berk, az önceki gülümsemesinden daha da geniş olanını dudaklarına yerleştirerek baş ve işaret parmağını doksan derecelik bir açıyla genişçe tutup da kendi çenesinin altına değdirdi. “Bu kadar yakışıklı bir adamı yaşından vurmaya utanmıyor musun?”
Nurgül ayakkabılarını çıkarıp, “Yeni nesil hepiniz hormonlusunuz maşallah.” dedi. “Benim zamanımda herkes bir yetmiş falandı.”
“Yakışıklı olduğumu kabullenmemek için boyumun uzunluğunu mu bahane ediyorsun?”
Huysuzluğunun sebebinin uykusuzluğu, uykusuzluğunun nedeninin de kendisi olduğunu anlamayan genç adama baktı Nurgül. “Hayır.”
Kahverengi, büyükçe gözleri hâlâ sırıtarak onu izleyen Berk’in yüzünde dolanırken onun tam da söylediği gibi olduğunu düşündü. Siyah saçları, kumral teni, yeşil ve hafifçe çekik gözleri, alt dudağının sol bitiminde kalan beniyle; uzun boyu, geniş omuzları, ince beli birleşince ortaya gerçekten de hoş bir manzara çıkıyordu. Bunu bilen Berk’se bunca zaman etrafındakiler tarafından şımartılmış olmasının getirisi ukala tavrıyla aynı övgüleri ablası yaşındaki Nurgül’den de bekliyordu sanki.
Onun şımarıklığını görmezden gelen kadın, peşinden adımlayan genç adama döndü. “Eğer bir daha gecenin köründe arar da beni güzellik uykumdan uyandırırsan bak bakalım o bebek suratın ne hale gelir diyorum.”
“Özledik de aradık Nurgül Sultan. Bir kere açsan ne olur?”
“Siz iki sıpayla uğraşmak-” Sözünü tamamlamadan içeri, salona doğru ilerledi. Masanın üzerindeki pizzaya sinirli gözlerle bakan Berzah’ı gördüğü anda yine bir şeylerin ters gittiğini anlayarak elindeki tabakları kenara bırakıp Berzah’ın tam karşısına oturdu.
“Hayırdır paşam?” diye sordu. “Anladık zeytin sevmiyorsun da ne bu haller?”
“Dalmışım sultanım, hoş geldin.”
“Bu duygusal istikrarsızlığını neye borçluyuz?”
Berzah, pizzanın üzerindeki son zeytini de kenara fırlatıp önündeki ketçap şişesini sanki bir bıçak saplar gibi masanın üzerine vurdu. “O aptal-” dediği an yemeği falan siktir edip de bir sigara yakmaya karar vererek paketine uzandı.
“Ne yaptı?”
Mavi gözlerini kocaman açarak kadına bakan Berzah, “Hemcinsinden hoşlanan insanların konusuna bile tahammülü yok. Yıllarca böyle birini sevmişim ben.” dedi.
“Karşılaşma kötü gitmiş desene.”
“Sik kafalının biri.”
Berk, kollarını birbirine bağlamış şekilde kenardan ikilinin sohbetini dinlerken konuya dahil olmaya karar verdi. “Sen de o sik kafalıya aşıksın.”
“Yüreğimi sikeyim ben.” diyen Berzah, sigarasından bir nefes daha çekerek gözleriyle çıkan dumanı takip etti. “Bir tane insan gösterin bana, yarım da olur. Şöyle düzgün birine aşık olan bir Allah’ın kulu yok mu soktuğumun yerinde?”
“Yeter bu kadar küfür!” Kaşlarını çatan Nurgül, bu kez de Berzah’ın tam yanına oturup elindeki yarım sigarayı çekip aldı. Kül tablasına bastırarak sündürdükten sonra, “Sigara da.” diye ekledi. “Adamın nasıl bir hayattan geldiğini bildiğini söylemiştin geçen hafta. Ona göre normal olmayacak şeylere bu tip tepkiler vermesi çok da sıra dışı değil. Köyden falan gelmiş diyordun.”
“Evet. Kırşehir’de küçük bir yerde yaşıyormuş.”
“O zaman?” dedi sorar gibi. Saçlarını kulağının arkasına alıp bu kararından vazgeçmiş gibi yeniden, hızlıca yüzünün hizasına getirdi. Bu sırada onu izleyen Berk, kadının bu hareketi kulaklarının büyük olduğunu düşündüğü ve saklamak istediği için yaptığını anlayarak tebessüm etti. “Yirmi iki yaşında kocaman adamsın artık Berzah. Sana ben neyi anlatayım? Herkes senin dünyanda yaşamıyor, üzgünüm. O kadar görmüş, gördüğü kadar tanımış dünyayı. Senin gibi İzmir’in en güzel yerinde yetişmemiş, bazı şeyleri kaçırmış.”
Konuşmak için hamle yapan adamı eliyle susturduktan sonra sözlerine devam etti. “Bana milenyum kuşağı mı ne zıkkımsa öyle diyeceksin şimdi yine, ama onu da anlıyorum ben. Yaptığı doğru demiyorum. Sizin yaşlarınızda da olsa-” dedikten sonra işaret parmağını Berk ve Berzah arasında dolandırdı. “Sizler kadar açık yetiştirilmemiş olabiliyor insanlar. Ayrıca bu konuya nasıl geldiniz? Daha tanışalı iki gün oldu. Her şeyi bu kadar çabuk tüketmek zorunda mısınız?”
Berk, “Ben yirmi dört yaşındayım.” diyerek söze atılınca Nurgül, “Ha kel Hasan ha Hasan kel.” dedi. “İki bin doğumlusun!”
Tüm havayı tüketmek ister gibi içine çekti Berk. Daha sonra Berzah’a bakıp, “Otuz üç yaşında olmasına rağmen kendisini teyze yerine koyan kadına katılıyorum.” dedi. “Ben senin yerinde olsam bir erkeğin diğerini çok da güzel sevebildiğini ona kanıtlardım.”
“O nasıl olacak?”
“Sen bu adamdan vazgeçemiyorsun, değil mi? O zaman her yarak- Yani her kötü olayda çocuk gibi küsüp kendi kendine sinirlenmek yerine olayın cinsiyetle alakası olmadığı göster ona. Adam akıllı konuş, kendini anlat, duygularını hemen anlat demiyorum sana. Bakma hemen öyle mal gibi. Sadece heyecanlanıp saçmalamak ya da gereksiz gururla adama saldırmak yerine ön yargılarını kırması için ona yardımcı olabilirsin.”
“Her ne boksa.”
“Konuyu kapatma Berzah.” dedi Nurgül. “Yıllardır vazgeçmedin. Kendi kendine sigara içip de ciğerlerini mahvetmek yerine bir aksiyon al. Aşk harekettir, eyleme geç. En azından okulun bitmeden, yollarınız ayrılmadan onunla birkaç güzel anın olsun. Hem neden şimdi diye hiç düşündün mü? Ait olmadığın yerle savaşın neden şu anda bitiyor? Vardır bunun da bir hikmeti.” dedikten sonra masanın üzerinde duran buz gibi olmuş pizzalara bakıp burun kıvırdı. “Yemek getirdim. Dışarıdan yemekten içiniz kurudu resmen.”
O, az önce bıraktığı tabakları eline alıp da ısıtmak için mutfağa doğru ilerlerken Berk, “Haklı.” diyerek arkadaşına cesaret vermek ister gibi yanına gidip Berzah’ın omuzunu sıktı. “Zamanlama konusunda seni umutlandırmak istemiyorum. Aklım kadın aklı kadar çetrefilli çalışmıyor lan benim. Ama madem vazgeçemiyorsun en azından arkadaş olmayı dene. Benimle ne kadar kolay tanışmıştın, hatırlasana. Gözünde büyüttüğün biri gibi değil de benim gibi, arkadaş olarak yaklaşabileceğin biri gibi düşün onu. Daha kolay olacak her şey o zaman.”
“Çok mantıklı konuşuyorsun kardeşim. Alışık değilim.”
“Siktir lan oradan.”
Daha sonra şöyle bir kül tablasına bakan Berzah, “Sen hiç sigara içmedin geldiğinden beri. Bıraktın mı?” diye sordu.
“Kokmasın şimdi.”
“Hep kokmuyor mu? Hani sürekli içiyoruz falan.”
Tam o anda bir kez daha çalan zil Berk’in cevap vermesini engelleyince Berzah, onun kapıya bakmak için yerinden kıpırdamadığını gördü. Oysa daha az önce koşturarak giden o değildi sanki. “Bunu da sıraya bindir amına koduğum.” diyerek Berk’in arkasından sırıttığını görmeden koridora doğru ilerlemişti ki aynı anlarda Berk de kendisini mutfağa attı.
Nurgül’ün aylardır bozuk olan ocağı çakmakla yakmaya çalıştığını görünce, “Erkek geldi.” dedi. “Ateş yakmak, avlanmak, erkek.”
“Mağara dilini de al, git buradan bebe.”
Berk, kadının elindeki çakmağı kendisinden beklenmeyecek kadar zarif bir hareketle çekip aldı. Tam dibinde durarak ocağı yaktıktan sonra Nurgül’ün gözlerinin içine baktı. “Hallettim.”
Tabaktaki sebze yemeğini, Berzah’ın birbirinden farklı tencerelerinden birine aktaran Nurgül, boyu neredeyse kendisinden otuz santim uzun olan çocuğa doğru, “Sizin neslin olayı da bu galiba.” diyerek gülümsedi. “En basit şeyleri büyütmek. Ben kavanoz kapağını falan da açamayım, seni çağırayım. Sen de açtıktan sonra ‘erkek’ diye bağırarak gururlanırsın. Oysa kapağın kenarından havasını alıp da açmak biz kadınların aklına gelmiyor, tüh.”
Onun kendisiyle uğraştığının çokça farkında olan Berk, elleri ceplerinde kalçasını tam ocağın yanındaki tezgaha yasladı. Kendisine söylenen kadının sözlerini dinlerken bir yandan da onu inceliyordu. Kahverengi saçlarını küt şekilde kestirdiğinden beri onun uzun saçlarını özlese de bu hali de çok yakışmıştı ona. Küçük burnu, çıkık elmacık kemikleri, uzun kirpikleri, her daim merak ve ilgiyle parlayan kahverengi gözleriyle yanında duran kadının güzelliği kendisine göre tartışılamazdı.
“Kırılgan erkeklik egona mı zarar verdim?”
Daldığı yerden çıkan Berk, “Anlamadım?” diye sordu.
“Sustun diyorum. Oysa söyleyecek bir şeylerin mutlaka olurdu.”
“Seni izliyordum.”
Nurgül, beklemediği dürüstlüğünü önüne sunan çocuktan tarafa bakmadan önündeki yemeği karıştırmaya devam etti. “Neremi izliyorsun?”
“Uzun saçların daha güzeldi.”
Yeni saç şekli beğenilmeyen her kadın gibi gözlerinde beliren alevlerle Berk’e dönen Nurgül, “Seni gebertirim çocuk.” dedi. “Uzaması kaç ay sürecek haberin var mı?” Daha sonra arkasında kalan fırının cam kapağındaki yansımasından saçlarını bir o yana bir bu yana atarak, “Çok mu kötü olmuş?” diye sordu kendi kendine.
“Nurgül Sultan kötü olmuş demedim, uzun saçlarını seviyordum sadece.”
İkna olmayan kadın, “Kaynak falan mı yaptırsam? Bak şimdi, taktım ben buna.” dedi.
Berk, Nurgül’e doğru sakin adımlarla yaklaşıp onu kendisine doğru çevirdi. İşaret parmaklarını kulaklarının arkasında kalan saçlarının arasına daldırarak tutamların yeniden yanaklarına düşmesine izin verdi. Yeşil gözleri onun yüzünün her bir yanına uğrayıp da yakından incelerken, “Her halin fıstık gibi sultanım.” dedi. “Ama saçların uzadığında bir daha kestirme.”
“Yaşlı göstermiş beni değil mi?” Çenesini tutan çocuğun parmaklarının arasından sıyrılıp ocakta ısınan yemeğin başına döndü tekrar. “Uzun saçla daha mı genç görünüyordum?”
“Sen zaten gençsin.”
“Yirmilerimde olmak için seni tanrılara kurban ederdim.”
“Sonra özlerdin ama.”
“Hadi oradan.” Isınan yemeği yeniden tabağa koyduktan sonra dudaklarında beliren sinsi gülümsemeyle birlikte yeniden yeşil gözlü adama doğru baktı. “Eee? Sende yok mu bir şeyler? İkiniz de anlatmıyorsunuz. Ben meraklı bir kadınım diyorum size.”
“Haksızlık etme. Her gün Berzah’ın gelişmelerini anlatmıyor muyum? Aradığımda açarsan daha fazlasını da verebilirim belki.”
Onun çapkın gülümsemesine ve boyundan büyük laflar etmesine önce ses çıkarmadı Nurgül. Kendisi onların yaşındayken ne yapıyordu, hatırlamıyordu bile. Şimdiki nesil, ona göre, çok çabuk büyüyor ya da buna mecbur bırakılıyor ama aynı zamanda da ellerindekini hemen tüketmek ister gibi acele ediyorlardı.
Bunu en çok yaşanan ilişkilerde gözlemliyordu kadın. Arzın da, talebin de çokça olduğu bir zamanda sadakat de kelime anlamına zıt, Asi Nehri misali tersten akıyordu insanların kalbinde sanki. Oysa Nurgül, aşkın bir kişiye ait olduğuna inananlardandı. Belki ilk değildi ama kesinlikle son olana yakışırdı aşk. Aynı anda birden fazla kişiyle konuşmak kader paylaşma fikrine uymuyordu pek de. Bu yüzdendi Berzah’a kalbinden gelen bir saygıyla hayret edişi.
Bir süre sessiz kaldığını fark edince kendisinden bir cevap umar gibi yüzüne bakan çocuğa, “Sende ne var ne yok diyorum ben.” dedi.
“Bende bir şey yok.”
“Yalancı.”
Berk, ağzındaki havayı etrafındakileri boğmak istercesine dışarı bıraktığında Nurgül, “Bu ne şimdi?” diye sordu.
“Ağzımda fazladan hava kalmış, onu boşaltıyordum.”
Onlar mutfakta didişirken Berk’e küfür yağdıran Berzah, açtığı kapının ardından apartmanın içinde dikilen Fatih’in ışıl ışıl gülümsemesiyle karşılaşınca, “Sonunda amına koyayım.” dedi. “Günlerdir neredesin sen?”
“Nurgül anlatmadı mı? Şehir dışında, turnedeydim.”
“Turne ne lan? Müfettiş değil misin sen, ne bu pop şarkıcısı havaları?”
“Mektepliler bilmez kardeşim tabii. Sen okulunu oku, büyüklerin işine karışma.”
Berzah, adama sıkıca sarılıp sırtına da birkaç sağlam tokat indirdikten sonra birlikte içeri doğru adımladılar. Fatih’i ne zaman görse göğüs boşluğunda oluşan güzel hislerle sarmalandığı için yine aynı şekilde hissederek dudaklarından eksik olmayan gülüşüyle tam yanına oturan adama bakıp, “Üstadın ne yapıyor?” diye sordu. “Ayrıca gittiğin yerden bana hediye falan getirmedin mi?”
“Arabada kaldı.”
“Yalancı puşt.”
“Bana puşt dediğini Nurgül duymasın.” diyen Fatih, bakışlarını orta genişlikteki salonda dolandırdı. “Üstadım hâlâ korkak.”
Berzah, tüm hayatı gözlerinin içinde toplanmış gibi bir acıyla bakan adamı izlerken onunla çıktığı ilk akşamdan kalan anıların izleri de önünde belirdi. Nurgül’ün ısrarlarına nihayetinde karşılık verdiği tek adamdı o. Buluşacakları yerde onu beklerken karşıdan geldiği anı yeniden yaşıyormuş gibi o dakikalara ışınlandı sanki zihni. Orta boylu, hafif göbekli, kumral tenli adam, yüzünden eksik olmayan gülüşüyle o akşam hayatına girmiş; bir daha da çıkmamıştı.
Oturdukları mekan kapanana kadar sohbet ettikleri andan çok Berzah, yıllardır kimselere bahsetmediği adamı Fatih’e anlatıyor oluşuna şaşırmıştı. Sanki başka bir büyü vardı onda. Kendi bakışlarını esmer bir adamın kapalı gözlerinin ardına feda etmemiş gibi ilk kez cüret etmişti Berzah da gözleri açıkken onun hakkında bir yabancıyla konuşmaya. Onurlu yalnızlığını bir kez de Fatih’le sonlandırmıştı, hayretle.
Kimselerin bilmediklerini biliyordu, kimselerin tolere edemeyeceği, anlayamayacağı şeyleri de büyük bir anlayışla karşılıyordu. Onsuz özgürce dolaşabileceği gökyüzünde düşmekten korkan bir adam olarak kalırdı ama birileri bunu bilip de Berzah’ı korumak ister gibi göndermişti bu yüreği pırıl pırıl adamı kendisine; yoksa o da ne yapardı bilmiyordu ki?
“Seni üzmeye devam ederse onun götünden acımadan kan alırım.” dedi Berzah, konuşma yetisini tümüyle kaybedene kadar konuşabileceği tek adama doğru… “Sessiz sakin durduğuma bakma. Yıllarca boks eğitimi aldım ben. Yaparım diyorsam yaparım.”
“Yaparsın, bilirim.” Bembeyaz, bir inci gibi sıralanmış düzgün dişlerini göstererek gülümsedi Fatih. “Benim payıma da hep korkaklar düşüyor. Önceki hikayemi de biliyorsun.”
Gözleri adamın uzun kollu gömleğinin manşetlerinden görünen bileklerindeki kesik izlerine takılırken, “Arıyor mu hâlâ?” diye sordu.
“Kızı olmuş.” Ellerini birbirine kenetleyip avuçlarının tersini göğsüne doğru çevirdikten sonra ileri doğru bir esneme hareketi yaparak kollarını rahatlattı Fatih. Saatlerdir direksiyonun başında olduğu için epeyce de yorulmuş görünüyordu. “Karısı doğurur doğurmaz beni aradı. Henüz babalığa hazır değilmiş, ha bir de beni çok özlemiş.”
“Sen ne yaptın peki?”
“Hattımı değiştirdim, her yerden de engelledim. Ben birilerinin paravan evliliğinin heyecan kaynağı değilim ki. O karısından sıkıldıkça bana gelmek isteyecek, biliyorum. Bir erkekle yasak ilişki yaşamak onun monoton hayatında bir kaçış olacak. Epik bir aşk hikayesi, evlenmesine rağmen devam eden üniversite ilişkisi… Ama konu birini aldatmak olduğunda ben yokum. Elimden tutmaktan korkan, çocuğunu sevdikten sonra öğle arasında bir otelde benimle gizlice buluşacak kadar onursuz biriyle olamam.”
“Aynen. Çok da yakışıklısın lan. Ne o şerefsiz ne de sikik üstadın sana yakışır. Elinden tutmaktan korkmayacak bir adam bulacak seni, inanıyorum.”
“Korkak mıknatısı olmayı bırakırsam, belki bir gün.” Açık kahverengi hareleri yeniden merakla Berzah’ın gözlerine tutundu. “Benim güncelleme bu kadardı. Sende ne var ne yok?”
“Değişen pek bir şey yok.”
“Diğer durum peki? Hâlâ devam ediyor musun?”
Berzah, bakışlarını koridora doğru tedirgince çevirdikten sonra dudaklarını yalayarak yutkundu. Ne söyleyeceğini bilemese de yanında oturan adam, onun sessizliğinin gizli bir kabulleniş olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu onu. Geçici mutluluğa teslim olmuş birkaç kaçamak rüyanın hatırınaydı onun da dünya tasası, bu yüzden hiç ayıplamıyordu ya dostunu. İyileşen, yenilenen tek şey zamandı, insan hep yaralıydı.
“Gerçeklikten kaçmak senin yaptığın. Ya yoluna devam et ya da- Başkasının sana olan sessizliğini bu şekilde sonlandıramazsın Berzah, o hiçbir şey bilmiyor çünkü.”
“En azından doya doya izleyebiliyorum Fatih. Anlamıyorsun beni.”
“Seni senden daha iyi anlayacak tek kişi benim.”
“Aşka düşen kalbimi de, onu bana getiren kaderi de, itfaiyeyi de, hortumunu da-“
Fatih, “Fani insanların dünyasına hoş geldin paşam.” diyerek Berzah’ın ensesinden tutup da çocuğu olduğu yerde sarstı. “Kalbini ortaya koyunca balonlar, havai fişekler, çikolatalar çıkacak sandın değil mi?”
Yüreğinin tam ortasından kopup da gelen bir oflamayla başını geriye doğru yasladı Berzah. Onun kapalı gözlerini, kırmızıya çalan dudaklarını, belirgin Adem elmasını izleyen Fatih, bu kadar güzel bir adamın yazgısının da güzel olmasını diliyordu içinden aynı dakikalarda, yaşamın masallardaki gibi olmadığını bilse de…
İnsanların artık genlerine işlemiş, kolektif bilinçlerinin ürünü olan ön yargıları yüzünden kadın-erkek eşleşmesine uymayanların hayatları standart bir düzlemde değildi. Fatih, yıllardır bunu ilk elden tecrübe edenlerden biri olduğundan yanındaki adamın kalbinin ölü mevsimlere teslim olduğunu görüyor, dahası bunu en iyi o anlıyordu. ‘Bırak artık.’ ya da, ‘Unut onu.’ demek en basitiydi aslında. Ama kendi benliğini dinlemeyen kalbe de söz geçmiyordu ki.
Bu sırada onun düşünceli halini izleyen Berzah, “Dün çarşambaydı, mavi.” dedi. “Mavi güzeldir diyerek heyecanlanmıştım ama-“
Fatih fısıldayarak, “Şu an rengim nasıl peki?” diye sordu.
Onunla her buluştuğunda değişmeyen heyecanıyla aynı soruyu soran adama doğru tebessüm etti Berzah. Başını koyduğu yerden kaldırmadan kokusunu duyumsamak adına derince bir nefes çekti içine. “Yeşil hâlâ. Ama kötü düşünmüşsün, omzunun üzerindeki çiçek gibi olan şeyin yaprakları kapanmış.” diyerek elini adamın omuz hizasına doğru uzattı.
Elini attığı anda Fatih’in değişen ruh halinin getirisiyle Berzah’ın çiçek gibi dediği şekil olan nilüferin yaprakları avucunun üzerinde mucizevi bir şekilde açmaya başladı. “Çok güzel.” dedi Berzah kendisini tutamayarak. “Yeniden açıldı.”
“Beyaz mı?”
“Evet. Sadece üstadına aşık olduğunda silik bir pembe olmuştu. Belki bir gün yeniden öyle görürüm. Hatta gerçek bir pembe olur, kim bilir?”
“Çok özel birisin Berzah sen. Düşersem diye düşünme artık olur mu? Ya uçarsan?”
“Bir tek sen biliyorsun.” Daha sonra önünde duran sigara paketinden bir sigarayı dudaklarının arasına iliştirip de yaktı. “Başka biri duysa beni manyak zanneder.”
“Yakında benden başka birileri daha öğrenir, bilemeyiz ki.” diyen Fatih dalgınca sigara içen adamın saçlarının arasına ellerini atıp da sarı tutamlarını şöyle bir karıştırdı.
Gökyüzünde dört yıldızı ölürken görüp de kıyamayan, uzanıp avuçlarına aldığı yıldızları göz bebeklerine yerleştiren, onları orada yaşatan çocuğun ruhunun gelecek günlerden habersiz olduğunu biliyordu Fatih. Ama yüreğinin derinlerinde bir yerlerde onun çiçeklerine değil de köklerine aşık olduğu adama adım adım yaklaştığını da hissediyordu, tıpkı bomboş kalan ruhunun bir gün karşılıklı bir aşkla dolacağından emin olduğu gibi…
✨✨
Sinesteziye sahip insanların bazı özelliklerini ben kendimce modifiye ettim bu arada. Her birey başka başka renkler, kokular, durumlar atfetse de Berzah benim hayal gücümün eseri oldu biraz da.
Okuyan gözlerinizden öperim ✨🫶🏻
Gidelim Verve ♥️