“Dedim benim seninle kırk kere fotoğrafım var,
Senin bundan kırk kere haberin yok…”
Dünya Lekesi, Seyyidhan Kömürcü
✨✨
Kül · Mark Eliyahu & Cem Adrian
✨✨
Berzah, tam karşısında oturan izleyicisinden habersiz başını bankın arkasına yaslamış, gözleri kapalı şekilde fakültenin tenha terasında ağır ağır sigarasını içiyordu. Olağan günlerinin aksine Fatih’in onu erkenden okula bırakmasıyla işlerini planladığından önce bitirmişti. O da bunu fırsat bilerek okulun yemekhanesinden cebine attığı elması, hemen her gün parasını kaptırdığından kavga ettiği ve artık hasmı olan makineden güçlükle aldığı çayı ve sigarasıyla biraz olsun dinlenebilmek için buraya kaçmıştı.
Gözleri kapalı da olsa yüzüne vuran kış güneşinin ılık hissini her bir hücresinde hissederken terasın kapısının açılıp kapandığını işitse de oralı olmadı. Kimseyle muhabbet edecek hali olmadığından istifini bozmayarak sigarasını içmeye devam ediyordu ki, “Başkasının fotoğrafını habersiz çekmeniz doğru mu?” diyerek kısıkça çıkan ses çalındı bu kez de kulaklarına.
Oturduğu bankın karşı hizasında onu izleyerek sigarasını içen kız, esmer adamın sözleriyle utanıp henüz Berzah gözlerini açmamışken eşyalarını seri hareketlerle çantasına tıkıştırmaya başladı. Hemen akabinde sigarasını bile tam söndüremeden fırlatıp içeri doğru seğirtti.
Ders arasında koridorda yürürken terasın geniş camlarına gözü takılmış, pencerelerin ardında kalan genç adam oldukça ilgisini çekmişti kızın. Bir sigaralık molasında bu gözleri kapalı, şehrin genellikle gri olan havasına inat bugünkü güneşinin altında parlayan beyaz tenli, başını arkaya yasladığından kemikli boynundan açık seçik görülen belirgin Adem elmasına sahip adamı izlemek nedense ona cazip gelmişti.
Uzun bacaklarından birinin bileğini diğerinin dizinin üzerine attığından geniş, siyah pantolonunun paçalarından görünen spor çorapları, siyah-beyaz, klasik Vans model ayakkabıları, onlara uyumlu siyah, bol hoodiesi ve kırmızıya çalan dudaklarının arasında tuttuğu sigarasıyla bu şehre geldiğinden bu yana gördüğü en yakışıklı adamlardan birinin kimsenin olmadığı yerde bir fotoğrafını çekip de kız arkadaşlarının olduğu gruba atmak istemişti yalnızca. Nereden bilebilirdi ki bir esmerin onu açık edeceğini?
Kız, terasın kapısından çıkar çıkmaz usulca gözlerini açan Berzah, dudaklarının arasında kalan sigarayı sol eline alarak sesin geldiği tarafa doğru, “Hayırdır bilader?” diye seslendi. Az önce konuşan kişi neredeyse fısıldadığından onun kim olduğunu anlayamamış, kendisine bir şeyler söylediğini düşünmüştü. Gözlerini açar açmaz da parlak güneş ışıklarının görüşünü bulandırması yüzünden ‘bilader’ dediği adamın aslında Savaş olduğunu görememişti. Yoksa sevdiği adama bu şekilde hitap etmek onun bile yapacağından öte bir mallıktı, bunu biliyordu.
Savaş, kafasını hafifçe sağa doğru çevirip gülümsedi. “Birader değil mi o?”
Oturduğu yerden doğrulan Berzah, kendisine gamzelerini sunan adama söylediği kelimeden sebep dilini ısırsa da artık çok geçti. O da bozuntuya vermemek için, “İzmir’de bilader.” demekle yetindi.
“İzmirliydin sen, doğru. Çekirdek değil çiğdem, simit değil gevrek, çamaşır suyu da-“
“Klorak.”
Alt dudağını hayret eder gibi aşağı bükerek ellerini ceplerine soktu esmer adam. “Kendi özel dilinizi oluşturmanızdaki amaç nedir?”
“Türkiye’de mantıklı azınlığın kaldığı tek yer olduğumuz için diğerlerinden kendimizi böyle ayırıyoruz.”
Tebessümü yüzünde daha da genişleyen Savaş, “İyiymiş.” dedi. Daha sonra bakışlarını Berzah’ın olduğu tarafta dolandırırken elma, çay ve sigara üçlüsünü fark edince de, “Bu üçlü sence de biraz tuhaf değil mi?” diye sordu.
Berzah, tam yanında duran kıpkırmızı, sulu elmayı eline alıp bir kez havaya attı, yeniden tuttu. “Bu karnımı doyurmak için.” Daha sonra çayıyla sigarasını gösterdi. “Bunlar da keyif için. Benim için uygun bir kombinasyon.” Elmayı kenara bırakıp nereye koyacağını bilemediği ellerinin bir işlevi olmasını isterken, sıcaktan nefret etse de, eline kartondan yapılma çay bardağını aldı.
“Kibritçi çocuk olmanın yanı sıra elmacısın da demek.”
Tam o anda gözlerinin önünde kendisine gülümseyerek bakan ve, ‘Pişt! Elmacı.’ diyen bir adamın silüeti belirirken ilk kez şahit olduğu bu sahneyle birlikte kalbi delicesine atmaya başladı. O, ne olduğunu anlamak için birkaç saniye sessizliğini korurken güneş aniden bulutların arkasına saklandı, sertçe esen rüzgarsa alnına dökülen saçlarını havalandırdı. Elini tutamlarına atıp da düzeltmek istediğinde ne olduysa aynı saniyelerde oldu ve Berzah, kendisini toparlamaya çalışırken hâlâ yeterince soğumamış çayı üzerine boca etti.
“Hassiktir amına koyayım.”
Tam göğsüne dökülen çayın getirisi ani acıyla elinde tuttuğu ve bitmek üzere olan sigarayı kül tablası niyetine kullanılan uzun çöp kutusunun üzerine fırlatarak hoodiesini ensesinden çekip de çıkardı. “Böyle şansın-” demişti ki bir an burada yalnız olmadığını fark etti. Amına koyduğu yerde bu adamla normal bir karşılaşmaları hiç olmayacak mıydı? Dün arkadaşlarının, ‘Kendin ol.’ öğütlerini tıpkı olağan Berzah gibi art arda küfürler sıralayarak gerçekleştirmemeliydi, onlar da bundan bahsetmemişlerdi zaten.
Dilini damağına vurup da şanssızlığına dair olumsuz bir ses çıkarırken üzerindeki derin yakalı, askılı tişörtünün göğüs kısmını yanan yerin acısının geçmesini ister gibi sallamaya başladı. Bakışları kendi vücudundan Savaş’ın olduğu yere kaydığında hâlâ sessizliğini koruyan adamın da onu izlediğini gördü. Oynayan belirgin Adem elmasıyla ne yapacağını bilemezmiş gibi öylece duran esmer, en sonunda kendi sesini bulmuş gibi, “Çok mu yandı?” diye sordu.
“Yok.” dedi Berzah. “Geçer birazdan.”
“Revir falan var mı burada? Sana bir krem bulayım.”
Berzah, elini tam göğsünün üzerine değdirdikten sonra, “Geçti.” diyerek az önce bir hışımla kalktığı yere yeniden oturdu. Sıcaktan da, sıcak şeylerden de oldum olası nefret ederdi. Adamın varlığı bile kenarda soğuması için bıraktığı çayın orada oluş amacını unutturmuş, bu da yetmezmiş gibi bir de üzerine dökmüştü. Hasmı makineye sıraladığı küfürlerden sebep başına bunların geldiğine inanarak bir daha okulda çay, kahve içmemeyi aklının köşesine yazıp kenara fırlattığı hoodieyi giymek için eline aldı.
“Emin misin Berzah?”
Adını ondan duyduğu an ağzı kuruyan mavi gözlü adam, boğazını rahatlatmak için yutkundu. Yine de daha fazla rezillik çıkmaması için içinde oluşan heyecanı bastırmak isteyerek Savaş’a doğru gülümsedi. “Harbiden iyiyim.”
Savaş, bakışlarını onun vücudunda dolandırırken, “Kızardı bile.” diyerek mırıldandı.
“Bu da beyaz tenli olmanın laneti işte.” dedikten sonra hızlıca üzerini giydi Berzah. “Hanımlar beyaz tenli olmak istiyor falan ya, bence istemesinler.”
“Kızlar beyaz tenli mi olmak istiyormuş?”
Az önce başından geçirdiği kumaş parçasından sebep saçlarının bozulduğunu düşünen Berzah, elleriyle sarı tutamlarını şöyle bir düzeltti. Alnına dökülen kısımların saniyeler önce yaşanan sahnede tepesinde toplanarak komik bir görüntüye mahal vermediğini düşünmek istiyordu. “Cilt bakımı yapıyorlar, on aşamalı. Kore’den ürün getirtiyorlar hem de.”
“Nasıl ya?”
“Baya lan.” İçindeki çayın kendi üzerinde olması sebebiyle düşen kartondan bardağı alıp da çöpe doğru fırlattı Berzah. “Böyle kat kat bir şeyler sürüyorlar yüzlerine. Sabah kalktıklarında beyaz oluyorlarmış. Dur neydi adı? Hah!” dedikten sonra Savaş’a doğru gözlerini kısarak gülümsedi. “Cam cilt.”
“Sen bunlara bu kadar hakimsin çünkü?”
“Komşum var, daha doğrusu ablam. O her hafta yapar.”
“Doğru söyle, sana da yaptı mı hiç?”
Berzah, sırf bir şeylerle uğraşıp da yanında oturan adamın sorusuna cevap vermemek için sigara paketinden bir sigara çıkardı. Daha sonra Savaş’a dönüp, “İster misin?” diye sordu. Onun da ara sıra sigara içtiğini iyi bilecek kadar tanıyordu gamzeli adamı.
Kendisine uzatılan paketten bir sigara alan Savaş, “Soruma cevap vermemek için sigaranı mı feda ediyorsun?” dedi, yüzünden silinmeyen gülümsemesiyle.
“Her yiğidin vardır birkaç böyle anısı diyelim, konuyu kapatalım. Sen de bunu hiç duymamış ol.”
Savaş, yaktığı sigarayı dudaklarından uzaklaştırıp, “Sen öyle diyorsan.” diyerek tam karşısında duran banka baktı. “Bu arada, az önce kızın biri senin fotoğrafını çekti.”
“Haberim olsaydı poz falan verirdim.”
“Alışkınsın o zaman.”
“Bilmem, farkında değilim.”
“Gerçi bugün her zamanki gibi giyinmişsin. Geçen laboratuvarda karşılaştığımız gün farklıydın. O gün görseydi seni, boşa gitmemiş olurdu.”
Berzah, onun için hevesle giyindiği günden bahsettiğini anlayınca yanaklarında toplanan kanın teninin rengini değiştirdiğinden habersiz yalnızca başını sallamakla yetindi. Nurgül’ün talimatlarıyla sözüm ona giydiği çuvallar yerine kayık yaka, gri bir kazak, içine de beyaz tişört geçirmiş, ince de olsa kolye bile takmıştı. Amacına ulaşamadığı gibi bir de sevdiği adama maskara olmuştu, süslendiğini düşünmüş olmalıydı adam!
“O gün için de-” diyen Savaş, bedenini Berzah’a doğru çevirip bakışlarını çocuğun masmavi gözlerine kitledi. “Ben geri kafalı falan bir tip değilim aslında. Çiğdem her yerde, her konunun konuşulabileceğini düşünüyor.”
“Öyle mi?” Umut, pasif bir histi. İnsanın içinde zehirli bir sarmaşık misali kökleniyor, uzayan dallarıyla fethedemediği bir yer kalmamacasına sarıveriyordu tüm uzuvları. Ama eylemle desteklenmediğinde umut öldürücü olabiliyordu. Tıpkı Berzah’ın duyduklarından sonra pare pare yüreğine dağılan ve tam da şu an hissettiği duygu misali. Eylemsizliğinin yanında inançsızlığının da bu hissettiği umudun sonsuza kadar onu onulmaz bir hüzne mahkum edeceğinin farkında olsa da gözlerine çoktan bir parıltı yerleşmişti bile beyaz tenli adamın.
“Seni doğru düzgün tanımıyorduk. O, birden öyle bahsedince, senin ne tepki vereceğini düşünmeden yani-” dedikten sonra cümlesini nasıl tamamlayacağını bilemiyormuş gibi bir an sustu. “Çiğdem’i az çok tanımışsındır, üzülmesini istemiyoruz. Yoksa kimin ne yaptığı beni bağlamaz.”
“Benim üzerime fazla geldin ama?”
“Seni kızdırmak eğlenceli galiba.”
İnsan hâlâ gizemi çözülememiş bir varlıktı aslında. İnsandan daha karmaşık bir yapı varsa bu da; ona ait olan beyindi. Genellikle insan beyni olanla ilgilenirdi, olmayanla değil. Denize bakarken bir geminin geldiğini görürdü, gelmeyen gemi aklının ucundan dahi geçmezdi. Berzah da tam olarak bunu yaşıyordu sanki. Bu konuşmayı yapmasalar, Savaş’tan böyle cümleler çıkacağını düşünmezdi bile. Günlerdir zehrine meftun olduğu adamın sözlerinden sonra merhemi yine onun cümlelerinde saklıymış gibi göğsünün ortasında peydâ olan mucizevi iyileşmeyi sezinledi, her ne kadar bu yalancı hissi istemese de.
Berzah, “Anladım.” dedi. “Okulun durumunu az çok biliyorsun. Hemen herkes başkasının işine burnunu sokuyor. Etraf aşkı cinsiyetle sınırlandıranlarla dolu. Sen, o gün öyle ters yapınca ben de senin onlar gibi olduğunu düşündüm.”
Uzun bacaklarını öne doğru uzatan Savaş, dirseklerini de bankın arkasına yaslayıp yarım yamalak içtiği sigarasından bir nefes daha aldı. Sevdiği adamın yıllardır ilk kez bu kadar yakınında olmasıyla onu doya doya izleme fırsatı bulan Berzah’sa bu şansı tepmek istemiyor gibi bakışlarını onun tüm bedeninde gezdirmeye başladı, ona çaktırmadan elbette…
Esmer yüzünde ufak tefek birkaç ben hariç tek bir leke bile olmayan adamın uzun kirpiklerine baktı önce. O kadar güzeldi ki… Alt kirpiklerinin ucu gözlerinin altına kadar uzanıyor, Berzah’sa o kirpikleri tek tek sayma isteğiyle boğuşuyordu. Kalın dudakları, alnına doğru birkaç tutam halinde dökülen ve yumuşacık görünen kahverengi, hafif dalgalı saçları, yapılı olan göğsüne rağmen beline doğru incelen hatları ve uzun, kalın bacaklarıyla bu yakıcı güzelliğe sahip adama olan sevdası sanki bir para birimi gibiydi Berzah’ın. Yalnızca onun topraklarında bir değeri vardı, öyle de kalmasını çok istiyordu.
Üstelik kusursuz saydığı tüm bu özelliklerinin yanında bakışlarında kimselerin görmediği, sadece Berzah’a tanıdık gelen bir şeyler vardı. İki yanağında da belirgin olan gamzelerini göstermek ister gibi güldüğünde dahi onun göz bebeklerindeki bilindik hüznü hissediyordu sarışın adam. Açıklamasını istese birileri, Berzah’ın verecek anlamlı ya da tutarlı bir cevabı yoktu ama kendini bulamadığı her an cismine ait olan kabın o gözler olduğundan emindi. Sanki yaşam kitabından silindiği bir vakitten bu yana biliyordu Savaş’ı, aynı anı defalarca, ağır çekimde yaşamış gibi…
Gönlünde biriken koku alma deneyimini gündelik konuşma dilinin anlatamayacağı kadar da derin bir kokusu vardı adamın. Kokusunu duyumsadığı an, eli omzunun arkasında asılı olan ışıklara doğru ilerleyecekti ki Berzah, son anda ne yaptığını fark ederek sağ elini yumruk yapıp oturdukları bankın üzerinde tuttu.
Onun kendisini izlediğinden habersiz olan Savaş’sa, “Ben bilmem öyle şeyler.” dedi. “Görmedik yani. Başkalarının işine karışmayı sevmem.”
“Kısacası benden uzakta ne yaparlarsa yapsın diyorsun.”
Savaş, yanaklarında beliren derin çukurlarla birlikte gülümsedi. Berzah, adamın gamzelerine bir kez bile olsa dokunma isteğini görmezden gelmeye çalışırken o, elindeki sigarayı tam yanında kalan çöp kutusunun üzerindeki demirden kısımda söndürdükten sonra yeniden başını Berzah’a doğru çevirdi. “Aynen öyle diyorum. Kalmış şurada okulun bitmesine dokuz ay. Kim ne yaparsa yapsın.”
Buna verecek bir cevabı olmayan Berzah, soracağı sorunun yanıtını bilse de, “Ankaralı değil misin?” diyerek konuşmayı uzatmak istedi. Onun sesini duyduğunda göğsünde bir bozkır yankılanıyor, herkes gündüze teslim olurken ikisi aniden gece oluveriyor, karanlığın örtüsü, yıldızların süsüyle onları saklıyordu. Bu hissi seviyordu sarışın adam, uzamasını dilemesi de hakkıydı elbette.
“Kırşehir’den geliyorum ben.”
“Öyle bir il mi varmış?”
Berzah’ın kısılan gözleriyle gülümseyerek kendisine sataşmasına alt dudağını ısırıp da kafasını sallayarak karşılık verdi Savaş. “Bozkırın ortasında, leş gibi bir yer.”
“Neşet’i çıkarmışsınız ama. Gurur duymalısınız.”
“Sever misin?”
“Onu kim sevmez?”
“Şaşırdım.”
Berzah, mavi gözlerini birkaç kez kırpıştırarak yüzüne muzip bir ifade yerleştirdi. “Ne kadar çok şaşırıyorsun bana?”
“Sessiz sakin biri gibi görünüyordun. Oysa az önce duyduğum küfürler-” dediği an terasın kapısı aniden açıldı. Savaş’a doğru el hareketleriyle bir şeyler anlatmak isteyen Samet’i gören Berzah, birkaç küfür de onun gıyabında etti, içinden elbette.
“Çiğdem çağırıyor başkan, hadi.”
“Geldim.”
Samet, “Bu da bizi çağırıyor, yaldır yaldır gidiyoruz anasını satayım. Ambulans mıyız biz?” dedikten sonra gözleri Berzah’ın olduğu tarafa takılınca elini tam kalbinin üzerine koydu. “Selamünaleyküm kardeş.”
“Aleykümselam.”
Bakışlarını Samet’in bir hışım çıktığı kapıdan Berzah’a çevirdi Savaş. “Cam cilt değil de küfür için varsa bir çare, ablana onu sor kibritçi çocuk.”
“Eyvallah.”
Savaş, “O zaman ben gidiyorum.” dedikten sonra işaret parmağıyla kapıyı gösterdi.
“Git madem.”
“Görüşürüz.”
Berzah, sikik bir kelimenin nasıl bir tövbeyi anımsattığını düşündü. Sanki görüşmediği zamanların günahının telafisiydi bu sözcük. Savaş’sa birkaç adım atmıştı ki aklına gelen şeyle yeniden Berzah’a döndü. “Kolundaki iz.”
Oturduğu bankta, o yanından kalkar kalkmaz elmasını dişlemeye başlayan adama doğru yeniden gülümsedi. “Başka bir yerinde de var mı?”
Berzah, duyduğu cümleyle afalladı. Normalde kolundaki izi görenler yandığını düşünür, bu minvalde sorular sorarlardı. İzin dikkat çektiğini biliyordu ancak Savaş’ın sorusu gerçekten de beklenmedikti. Hayatında ilk kez biri, neredeyse kimsenin görmediği kısımda kalan diğer izin var olup olmadığını merak etmişti.
“Var.” dedi Berzah. Sağ elini sol tarafına, tam kalbinin üzerine koydu. “Burada.”
“Anladım.” diyen adam, bir baş selamı verip de az önce arkadaşının çıktığı kapıdan gözden kaybolurken Berzah, onun gözlerinde beliren şaşkınlığa anlam veremedi. Oysa dakikalardır yan yana oturup alakasız konulardan oluşan bir sohbeti paylaşmışlardı. Neden giderayak sorma gereği duymuştu ki? Üstelik kimin aklına daha yeni tanıştığı adamın kolundaki izin başka yerinde olup olmadığını sormak gelirdi?
Duyduğu ve kendisine ilginç gelen cümledense Savaş’la bunca zamanın sonunda bu kadar yakın olduğu gerçeğini düşünmeye başlarken kalan elmasını keyifle dişlemeye devam etti. Zihninde dolanan ‘elmacı’ kelimesini bir kez daha gerilerden çağırıp ilk kez gördüğü görüntüyü hatırlamak istese de sanki sahne bir anlıktı ve Berzah, o dakikaları bir daha aynı şekilde gözlerinin önüne getiremiyordu.
Akşam eve gittiğinde, bu kez pişmanlık duymadan yapacağı eylemi düşünürken içinden dualar etmeye başladı. Kim bilir, belki bu kez Savaş’ın onun hakkında bir şeyler söylediği zamana denk gelirdi de mutluluğuna biraz daha mutluluk katardı. Fatih’in, ‘Yapma.’ telkinlerine kulak asmadan elinde kalanın bir tek bu olduğuna kendisini ikna etti, avuçlarının arasından uçup gidenin yeniden ona geleceği günlere kadar bu şekilde avunduğunu bilmeden…
✨✨
Okuyan gözlerinizden öperim ✨🫶🏻
Gidelim Verve 💙